Risale-i Hasbiyeyi okuyalım, derim, tek ifade ile. Hem ferdî ve hem de müzakereli veya mütalâalı olarak, hangisini yapsanız sezâdır.
Niçin okuyalım? Hayatın muhtevasındaki bin bir sıkıntıya çare, gaflete ikaz için, Dördüncü Şua birebir ilaçtır, tiryaktır. Zira orada Risale-i Nur’un teselli verici, medet edici nurları var. Eğer bu nurlar dikkate alınmazsa ruhun sıkıntısı bitmez ve artan bir hızla fenâya gider.
İster cemiyet içinde ve isterse kendimizle yalnız kaldığımızda, enfüsî dairemize nazar edilirse ruhumuzun ve kalbimizin şu üç şeyi feryat ettiğini müşahede ederiz. Gayet kuvvetli bir “aşk-ı beka”, şiddetli bir “muhabbet-i vücud”, büyük bir “iştiyak-ı hayat”. Ölmeyi istemeyen, sürekli öteleyerek göz ardı eden, bir uzun ömürlü yaşama arzusu üzerine bina edilen hayatımız var. Sonsuz yaşama aşkıyla dolu hayatın içinde vücudumuza, kendimize yani nefsimize çok şiddetli düşkünüz. Bunların gerçekleştiği alan ise, içerisinde tecelli eden hakikatlerinden farkında olmadığımız hayat ki fevkalâde iştiyaklıyız. Bu üç sarmallı feryadı tekrarlarız.
Bu üç arzumuzun tahakkukuna kadir miyiz? Elbette değil. Zira fıtratımıza dercedilen acz ve fakr maalesef belimizi büküyor. Yardım almak için her ne yana dönersek dönelim, neye müracaat edersek edelim, onların bizden daha aciz ve daha zayıf olduğunu görüyoruz. Elimizdeki ilim ve irademizin cüz’i oluşu, hayatımızın içerisindeki ihtiyacın karşılanmasına, düşmanın defedilmesine bütünüyle yetmediğini defalarca tecrübe ediyoruz. Hayal ve heyulamızla oluşturduğumuz bütün alet, edevat ve sermayemizin de hep beraber fenâya; beka mersiyeleri dizerek gittiğini görüyoruz, yazıyoruz ve yaşıyoruz.
Istıraplarla geçen hayatımıza medet yok mu? Yanık şair Niyazî-i Mısrî ne güzel ifade etmiş:
Dil bekası, hak fenası istedi mülk-ü tenim.
Bir devasız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.
Ümitsizce yükselen feryatlara; Arş-ı Âlânın semasından nüzul ile süzülerek gelen ve isteyen her muhtaca ilhamen ikram edilen “Hasbünallahü ve ni’mel vekîl” hablülmetininden teşekkül eden merdiven ile rahmet eli uzanmıştır. Onun bu zamandaki manevi tefsiri Dördüncü Şua olarak tecelli etmiştir. Acz ve fakrımızın dibe vurduğu iftar sofrasındaki hâlimizin sadırdan satıra yansıması olan Risale-i Hasbiyeyi okuyalım ki derdimize derman bulalım.
Dördüncü Şua olan bu risale ile nefsimizin acz ve fakr içerisinde olduğunu ve dolayısıyla ihtiyacın karşılanması, düşmanın defedilmesinde her şeye kadir Allah’a muhtaç olduğumuz şuuru uyandırılır, intibaha getirilir.
Hasbünallahü ve ni’mel vekîl”, günde beş yüz defa şuurla okunması ile ilmelyakinden aynelyakine teşvik edilir. Dokuz mertebeli olan ancak altı mertebesi telif edilen bu risale, gerçekten Ramazan-ı Şerifte de okunması gereken bir eserdir. Zira her bir mertebesinde Allah’ın bir isminin cilvesinin, gölgesinin mahiyetimizde olduğunu ifade ederek bizdeki arzuların yönü Rabbimize tevcih ettirilir.
“aşk-ı beka” ile yanan nefsin “muhabbet-i vücud” ve “iştiyak-ı hayat” arzusunun karşılanmasında acz ve fakrla güçsüz kalan, Hasbünallahü ve ni’mel vekîl” ile sağlam bir dayanak bulur. Vapura binen yolcunun yükünü sırtından vapura indirmesi manasında Rabbine tevekkül eder.
Şimdi; Ramazan-ı Şerifte Kur’an okumalarımızla beraber Risale-i Hasbiyenin okunmasıyla okuduğumuz ayetlerin; hayatımıza, hissiyatımıza, zerrelerimize nüfuzunu yaşayalım. Böylece sahibi olduğunu zannettiğimiz, her şeyimizi fenâ seylinden bekâ okyanusuna yönlendirelim.
Mehmet Çetin
01.06.2016 Bostanlı İzmir