Nâ’büdü Mütalâalaları-32
Âyet müthiş bir müjdeyi haber verir. “Biz” zamirinin dâhil olduğu “Ey Rabbimiz!” nidasıyla hitap ederek, inananların her an zikrettiklerini ve zikir edebileceklerini takdim eder. Onlar ayakta ve yatarken daima Rableri ile beraberlerdir. Göklerin, yerin yaratılışını tefekkür ederler. “Bunları boş yere yaratmadın! Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederiz. Sen de bizi Cehennem ateşinden koru.”[1]
Risâle-i Nur Külliyatı’nda[2] sadece Yirmi Sekizinci Söz’ün sonunda yarım sahife kadar bahsedilen Cehennem bahsinin hatimesinde bu ayetin bir kısmının dua olarak zikredildiğini okuyoruz. On Birinci Şua’da yani Meyve’nin Sekizinci Meselesi’nde dua olarak aynı kısım zikredilir. Bakara Suresinin 4. Ayetini kelime ve harf olarak tahlilinin yapıldığı İşaratü’l-İ’caz’da da aynı kısım dua olarak zikredilir.
Kur’an, rububiyet ile alakalı konuları zikrederken hemen peşi sıra ubudiyet ile olan vazifeyi de sıralar. Ubudiyetin toplamı üçtür: Kalb ile tasdik, dil ile ikrar, azalar ile amel. Buna göre ayette geçen Allah’ı anarlar, dil ile yapılan; ayakta, yatarken ise, azalar ile yapılan; tefekkür ise kalb ile yapılan kulluğa işarettir. İşte insan bunları toplamıdır. Dilin zikre; azaların şükre; kalbin tefekküre dalması ile kul ubudiyetin zirvesine yükselir.
Âyette zikredildiği gibi insanın günlük hayatı ayakta dururken, otururken ve yatarken geçer. Bu üç hâlimiz ile hayatımızı devam ettirirken zikre mani bir şey söz konusu olamaz, olmamalı da. Kelâm âlimleri bu üç halin değişik tefsirlerini yapmışlardır.[3]
Tefekkür konusunda âyet istikamet verir. Allâh’ın Zat’ını değil, mahlûkatı yaratışını fikretmemizi söyler. Resul-i Ekrem (asm) ise yaratılmışlar üzerinde tefekkür edilmesini, Yaratan üzerine tefekkür edilmemesini tembih eder.[4] Kendini tanıyanın Rabbini tanıyacağı ise bir başka hadisidir. O halde Rabbi marifetin yolu, mahlûkatın marifetinden geçmektedir.
Âlemdeki afakî ve enfüsî delilleri tefekkürle dopdolu olan Risale-i Nur Talebeliliği, karşılaştığımız her eşya ve vakıayı okuyabilme mektebidir. Her ne yaparsak yapalım, ne makamda olursak olalım, bu okumayı yapamadığımız zaman, dersimizi alamadık demektir.
Hayatımızın içerisinde bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir öpmek ile muhatap olma durumlarında okuduklarımızın uygulamasını yapamıyor isek, bir yerde arıza var. En akıllı hareket, arızayı nefiste aramaktır. Okumanın azı da çoğu da faydalıdır, ancak uygulanamayan okumanın ne faydası oluyor sorarım kendime?
Evet, ibadetin en mükemmeli tefekkürle yapılanıdır. Tefekkürle yapılan ibadetin ardından kul, sıddıkların makamına yükselerek, Cehennem’den kurtulmanın duasını yapar.
İşte bu makamda kul, “Ey Rabbimiz” diye duasını yaparken kâinatın vekili olarak nâ’ zamirini kullanır. “Ey Rabbimiz! Bunları boş yere yaratmadın. Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederiz. Sen de bizi Cehennem ateşinden koru.” duası külliyet kazanır.
Kazanılan külliyete nun zamiri ile işaret var. Evvela bu duayı vücudundaki zerreleri dahil ederek kendi adına yapar. Yanı sıra bütün ehl-i tevhid olan mü’minler namına devam eder. Kâinatta kendi lisanları ile Rablerini zikreden bütün zerrat ve mahlûkat namına onların ibadetlerini takdim mana ve makamı ile külliyet ikmal olunur.
İşte böyle bir mananın taşıyıcısı kul, vücudunun küçüklüğü ile beraber mahiyetinin ulviliği ile Rabbine dayanarak ubudiyetini adına ve mahlûkat namına takdim eder.
Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür etmeyene sitem eden Resul-i Ekrem (asm)[5] eşinden izin isteyerek teheccüdde zikir ve tefekkürünü sürdürür. Sırt üstü yatma değil yan üstü yatış düşünmeye daha elverişlidir. Âyet yatmayı yan üstü olarak ifade eder. İşte âyetteki hikmet beşere yol gösterir.
Nâ’büdü mütalâaları ile âyetlerin arasında dolaşırken bu defa hayatımızın her hâlinde Rabbimizi zikretmenin ehemmiyetini bir kere daha hamdolsun, anlamış olduk.
Mehmet Çetin
10.12.2012.Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir
[1] Âl-i İmrân, 191; Furkan, 65
[2] Bak. R.N.K.da Geçen Âyetler, M. Çetin, sh. 83
[3] F. Razi, T.Kebir, 7/269
[4] Keşfu’l-Hafâ, 1/311
[5] Elmalı, 2/581
2 comments