Cüz-i ihtiyârînin ahlâkî bir icadı, olamaz mı? 2
Kader Risalesi’ndeki “cüz-i ihtiyârî, seyyiata merci olmak içindir ki akideye dâhil olmuş”, cümlesi merkezli yapılan sohbette, üniversite talebelerinin, başlıktaki sualine cevab babından geçen hafta başladığımız yazımızın ikinci kısmı şöyledir:
Peygambersiz, Allah bilinemez mi?
Ehl-i Sünnetin itikad imamlarının, peygamber gönderilmese bile Allah’ı aklen bilmenin gerekliliği konusundaki yorumlardan özetle nakledelim.
Allah’ı akılla bilmenin aklen vacib olduğu görüşü, Matüridîlere İmam A’zam Ebu Hanife’den geçmiştir. Beyazî’nin açıklamasına göre, Ebu Hanife “Akıl, yaratıklara bakarak Büyük Yaratıcıyı bilmenin aleti olduğu için, Allah’ı bilmemekte kimsenin mazereti olamaz.” demiştir. (Ebu Hanife’nin bu görüşleri için bk. Kemaleddin el-Beyazî, İşârâtü’l-Meram, Mısır 1949/1368, s. 78)[1]
İmam Matüridî’ye göre peygamber gönderilmezse bile Allah’ı aklen bilmek gereklidir. Allah’ı bilmenin gerekliliğini idrak eden akıldır. Akıl tek başına Allah’ın varlığını ve bunun vacib oluşunu bilebilirse de peygamber gönderilmeden, Allah tarafından yapılması teklif edilen hükümleri tek başına bilemez. Dolayısıyla aklın, tek başına Allah’ı bulabileceği ya da bilebileceği hakikati, cüz-i ihtiyârînin hayırlı bir fiilidir, denilebilir. Eşya ve hâdisede tecelli eden esma ve sıfatları da akıl yürüterek tesbit edebilir ama peygamberlerin getirdiği diğer esasları bilemeyebilir ve bu konuda istikamet için vahye dayanması gerekir.
Eş’arîler ise; akıl, Allah’ın varlığını ve birliğini bilmede alet olduğu halde, ona bu bilmenin gerekliliğini emreden akıl değil, Allah’tır. Allah’ın emri de vahiy ve şeriatla bilinir, diyorlar.
Teklifî hükümleri yani mükellef tutuldukları hükümleri aklın tek başına bilmesi ancak vahiy kaynaklı olacağı konusunda iki imam müttefiktir.
Eş’arî’ye göre iyilik ve kötülük ancak şer’i kaynaklar yoluyla bilinirken Matüridî’ye göre iyilik ve kötülük akıl ile bilinebilir.[2] Matüridî’ye göre akıl, vahyin gerisinde tutulmalı, bir nevi denetleyici rolde olmalıdır. Vahiy doğru anlaşılır ve akılla vahyin gerçek konumları iyi belirlenirse, akılla vahiy arasında ihtilâf olmadığı da anlaşılacaktır. Çünkü akıl, vahyi açıklama hikmetiyle yaratılmıştır.[3] Diğer bilgi kaynaklarının güvenirliliğini de akıl sağlar.[4] Matüridî aklı, varlıkları ve onlarla ilgili bilgileri tasnif ederek sonuçlar çıkaran ve insana kıyas yapma gücü veren zihnî bir faaliyet olarak görmektedir.[5]
Sözün özü, Allah’ın varlığını bilmek, vahiy kaynaklı olduğu gibi ontolojik, fıtrî, tekvînî bir hâdise olup aynı zamanda bir olgu ve bir süreçtir de. Rum Suresi’nin 30. Ayeti’nde insanın yaratılışı gereği Allah’ın varlık ve birliğini bilebilecek, ikrar edecek nitelikte olduğu vurgulanır. Her doğanın fıtrat üzere doğduğu hadisi de[6] aklen, insan iradesinin fıtratı bulacağına işaret eder. Aklı olandan mükellefiyetin aranması gerçeği de cüz-i ihtiyârîyi kullananın nefis, kalb ve vicdanla beraber akıl olması, bu konuya ayrı bir cevap da olabilir.[7]
Fahreddin Razî
Allah’ı bilme konusunda öğreticiye ihtiyaç yoktur diyen Fahreddin Razî, âlemin mümkün olduğunu ve her mümkünün de müessirinin olduğunu akıl bilir, der.[8] O hâlde cüz-i ihtiyârî, tek başına ahlâkî bir davranışta bulunabilir ama yeterli olmaz, kâmil manada olması için vahye dayanması gerekir, diyebiliriz.
Mehmet Çetin
30.01.2024 Yeni Foça İzmir
[1] https://sorularlaislamiyet.com/allahin-varligini-birligini-sifatlarini-ve-isimlerini-akilla-mi-biliriz-vahiyle-mi
[2] Eş’arî, Ebu’l-Hasen, Makâlatü’l-İslâmiyyin, s. 245 vd. Neşr. Helmut Ritter, Wiesbaden 1980; Osman Oral, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/184731
[3] Matüridî, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 16, Haz: Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi, İSAM, Ankara 2005.
[4] Matüridî, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 9-10, Haz: Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi, İSAM, Ankara 2005.
[5] Matüridî, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 5, 17, 18, 267, Haz: Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi, İSAM, Ankara 2005; Osman Oral, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/184731
[6] Buhari, Kader, 56/3
[7] https://sorularlaislamiyet.com/allahin-varligini-birligini-sifatlarini-ve-isimlerini-akilla-mi-biliriz-vahiyle-mi : Matüridî, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 14-15, Haz: Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi, İSAM, Ankara 2005.
[8] Fahreddin Razî, El-Muhassal (Ana meseleleriyle Kelâm ve Felsefe), s. 38
Hakan Şahin
Bugünkü yazınız çok güzel olmuş Allah razı olsun. Kesinlikle katıldığım konulara ilmi deliller olmuş. Akıl ile Allah’ın bulunması hususunda birçok örnek verilebilir. Aklın cüzi ihtiyariyi istimali de güzel bağlanılmış.
Kader risalemizde üstadımız; Eş’arî ve Maturidi’yi “cüzi ihtiyari” konusunda hem karşılaştırıyor hem de konuyu hükme bağlıyor “…Cüz-ü ihtiyarînin üssü’l-esası olan meyelân, Matüridî’ce bir emr-i itibarîdir, abde verilebilir. Fakat Eş’arî ona mevcut nazarıyla baktığı için, abde vermemiş. Fakat o meyelândaki tasarruf, Eş’ariyece bir emr-i itibarîdir. Öyle ise o meyelân, o tasarruf, bir emr-i nisbîdir…” diyor. İradenin özünün meyelân olduğu o meyelânda insanın tasarrufu olduğu görülüyor.
Konuda ve soruda benim takıldığım nokta “…icadı olamaz mı” kısmı. Cüzi ihtiyatinin icadı olamaz, icad eden Allah’tır. İnsanın tasarrufu hayra veya şerre meyildir veya meylini hayır ile şer arasında kullanmak. Örneğin bir sermayemiz olsun ve biz o sermaye ile bir ticaret yapıp kâr elde etmek isteyelim, tercihimizi de tekstil ticaretinden yana kullanmış olalım. Şimdi bunun için bir fabrika lazımdır o fabrikaya da hammadde, teçhizat ve bilgi…. Bizde bunların hiçbiri yoktur ve buna gücümüz de yoktur öyleyse yapılacak şey; tekstil üreten fabrikaya müracaat etmek, bizi etiketleyerek ürün üretmesini istemek olur. İşte; kader kitabında yazılı olanlar kudret fabrikasında üretilir yapan kudret fabrikasıdır. Biz o ürüne “…yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza….” Sahip olmuşuz. Desek ki “bu gömleği bu ürünü ben yaptım” bu çok çirkin kaçar, biz şuurlu bir isteğimiz, rızamızla o ürüne etiket istemişiz o fabrika da uygun bulmuş üretmiş…Ve liilahi meselül âlâ
Bizim takıldığımız nokta işte budur yapan icad eden kudreti ilahidir insan o iradesini (hayır ve şer arasındaki meyil) ortaya koyarak ne idüğünü âleme ispat eder. Örneğin kudreti İlâhi birçok hikmete rahmete binaen âlemi imtihanı açar, içinde rahmet çiçekleri hikmet çiçekleri vardır. Meyelânında küçük bir tasarrufla şeytan o âlemde sonsuzunu kaybeder -halbuki meyelânı hayırda olsa yine aynı vazife onun omuzlarına hamledilecek- veya varsaysak Azrail Aleyhisselam meylini şeytan gibi kullanmış olsa insanlık alemine kin nefret düşmanlık besliyor olsa Allah’ın emrine asi olsa; belki o da diyecek “şu insanları geberteyim canlarını alayım” üstlendiği vazifeyi aynen yapacak ama meleklik ile şeytanlık arasında o meyli olacak… (kendisine de selam olsun, şöyle bir örnekten dolayı bizden gücenmesin inşallah )
Selam ve muhabbetle
Hakan Şahin
Rahatsız ettiğim için özür dilerim. Üslubum mübarezeye münakaşaya kaçtıysa özür dilerim. Hakikatin tenviri, avlanması maksadıyla niyetiyle yapılmış bir yorumdan öte değildir hem eksiği çoktur ki size duyurulmuş böylece eksiği kusuru bilinsin de tekâmül etsin. Örneğin o fabrika temsili ne kadar muvafık düşer, orada geçen “etiket” biraz uygun düşmedi gibi, yerine ne kullanılabilir veya o temsil hatalıysa daha doğru haliyle nasıl bir temsil kullanılabilir…. Gibi. Yorumunuzu düşüncelerinizi bilmek almak memnun ederdi. Zamanınızın el verdiği şekilde eksiklerimi hatalarımı giderirseniz çok memnun olurum.
Benim merak ettiğim anlamak istediğim cüzi ihtiyarinin hayırda “sahip çıkmak” olacak kadar hissesi nedir?
Arada; “Yoksa yanlış yere mi odaklanıyorum” diye kendime soruyorum çünkü üstadımız kaderin fahrden kurtarmak için akideye girdiğini, insana “yapan sen değilsin” dediğini; cüzi ihtiyarinin mesul etmek için girdiğini “yapan sensin” dediğini belirtiyor.
Hem konunun muğlaklığının cezbediciliği, hem nurlardan ciddi ders almış nurları kendine rehber edinmiş muhataplar bulmanın huzuru keyfi böyle uzun uzun konuşturuyor. Maksadım hakikatin avlanması hele hele böyle bir konuda. Ve şu sorudan çok istifade ettiğimi, vesilesiyle kader ve ihtiyar konusunu biraz daha anladığımı belirtmek isterim.
Selam ve muhabbetle
Hakan kardeşim
Aynı başlıklı yazımızın 1. parçasında şöyle demiştik:
Bu yazımızla, konuya muhatap dostlardan işlenen konu ve yazılan yazımızı tartışarak bir değerlendirme yapılmasını istirham ederiz. Bu yardımı hususi iletişim vasıtasıyla yapıp, gelen bilgilerle tekemmül ettirildikten sonra münasib görülürse yeniden neşrini düşünürüz.
Bu vesile ile gelen yorumları arşivleyip daha sonra beraberce tekâmül ettirip yeniden yayınlanabilir inşaallah. Selâm ve dualarımızla.
S. A. Bu tür konularda olduğu gibi bilhassa imani konularda R.Nurdan başka referansların kullanılmasını kabüllenemiyorum. Zira şunları hatırlıyorum:
1- Kardeşlerim Biz iman mevzuunda fetva ile tavzif edilmişiz ve Ferdiyet makamına sahibiz.
2- Yeni SAİDİN ilk döneminde Nurşin Camiinde Molla Resul ders esnasında “Seyda senin bu anlattıkların evvelki musanniflerin anlattıklarıyla aynı değil. Hangisine uyacağız?” sualini üç defa sorar.
Üstad:”Molla Resul. Cenab-ı Allah Yeni Saide öyle ilimler vermiş ki bütün musanniflerin ilimleri toplansa Yeni SAİDİN ilmine yetişemez.
3-Her zamanın bir hükmü var.
4-R. Nur küçük bir haneyi, hususi bir kalbi tamir etmiyor. Belki dağlar büyüklüğünde taşları olan içine İslam’ı da alan kalb-i umumiyi tamir ediyor…”