Tarif ve tanımlarla şahs-ı manevî

Avatar photoPosted by

                                                                                                                        Şahs-ı manevî tahlilleri-1

Ecdadın ısrarla muhafazasına dikkat ettiği hususlardan birisi olan töre, topluluğun âmir şahs-ı manevîsi idi. Yazılı kuralları çoğu zaman olmayan ve teamüllerle sürdürülürken cemiyetin kutup yıldızı hükmündeki şahsiyetlerin ikaz ve irşadı ile de o mana tahkim edilirdi.

Ferdin şahs-ı manevîsi, onun hâl ve hareketlerinden, karakter ve fiilinden hâsıl olurken cemiyetin şahs-ı manevîsi ise o fertler arasındaki muamele ve münasebetlerinin teamül hâline gelerek o topluluğun manevî bağlarını deruhte eden âmir manevî bir şahsiyettir.

Kimi şahsiyet var ki zatı, o şahsiyete çekirdek olurken hakikat, mahiyet ve muhteva noktasından daha ulvî değerlerle donanmış, takviye edilmiş olarak karşımıza çıkar. Yirmi Yedinci Söz’ün Zeylinde geçen şu cümle bu iddiamızın dayanağıdır.

“Belki umum envâr-ı İslâmiye ve hakaik-ı Kur’âniye ile nuranî, muhteşem şahs-ı manevîsini, bin mucizat ile muhat olarak akıl gözüyle gördüğünüz hâlde…”

Bu ifadeden anlıyoruz ki Resul-i Ekrem’in (asm) şahs-ı manevîsi; envâr-ı İslâmiye (İslâmî esaslar) ve hakaik-ı Kur’ân’iye (Kur’ânî hakikatler) ile görülüyor, zuhur ediyor.

Şahs-ı manevînin tanımına “makam” da girer ve artık o makam, şahs-ı manevîyi temsil eder. Artık söz konusu makama geçen şahıs, kendi namına değil, o makamı temsil eden şahsiyet olarak anılır, hürmet görür ve karşılanır.

Öyle zaman olur ki şahıs gider ama o şahsın şahs-ı manevîsi devam eder. Bıraktığı fikir ve eserleri ile manen yaşar.

Kimi zamanda şahs-ı manevîye oynanır. Kötü niyetliler kamuoyunun kabulünü görmüş, saygısını kazanmış şahsiyetleri kendi menfaatine âlet ederek, kendini onun temsilcisi gibi tanıtarak kullanmaya kalkar ki çok çirkin ve mes’uliyetli bir hak ihlâlidir.

Vazife başındakiler, gördükleri hürmeti şahıslarına değil, temsil ettikleri makamın manevî şahsiyetine vermeli ve o hürmet ve ciddiyetle hizmetlerini yapmalıdır. Ordunun komutanı; makamında iken azamet ve celadet sahibidir ama evinde iken mahviyet ve tevazu sahibi olmalıdır.

Şahs-ı manevî; kuvvetini, sayı çokluğundan almakla beraber esasen keyfiyetten, kaliteden ve sadakatten kaynaklanan salabet, dayanışma ve tesanütten almaktadır ve almalıdır.  İşte bu noktada sivil toplum kuruluşlarındaki birlik ve dayanışma cemaatlerdeki şahs-ı manevîye benzese de aradaki ciddî fark, ihlâs ile ayrışır, ortaya çıkar. O topluluk, hedefi istikametinde beraberce hareket ederken, cemaat ise sadece Allah rızası için hareket eder. Biri dünyevî, diğeri ise tamamen uhrevî. Dolayısıyla benzerlik ile beraberlik karıştırılmamalıdır.

Fert, şahs-ı manevîden aldığı manevî kuvvetle hizmet ederken, şahs-ı manevî de o ferde istinad olmalı, yok eğer sahip çıkmazsa o fert dayanaksız olduğu gibi âlemin önünde rezil olur, iddiasında bulunduğu davası da güme gider.

Şahs-ı manevîye dâhil olan bulunduğu makama göre hürmet ve kıymet görmesi beşerî yönden bilinen bir vaka ise de esas ve asılda, aynı değerdedir ve öyle de olmalıdır.

Şahs-ı manevî ile tüzel kişilik yakın kavramlar olsa da, tüzel kişilik,  maddî mevcudu temsil ederken, şahs-ı manevîyi ise manevî mevcudu temsil ediyor denilebilir.

Eşyaların da şahs-ı manevîsi olur ki “müteaddid eşya bir cemaat şekline girse, bir şahs-ı manevîsi olacaktır. Eğer o cem’iyet, imtizaç edip ittihad şeklini alsa, onu temsil edecek bir şahs-ı manevîsi, bir nevi ruh-u manevîsi ve vazife-i tesbihiyesini görecek bir melek-i müekkeli olacaktır.”[1], ifadelerinden bir kısım mevcudatın beraberce meselâ tesbihatını onların şahs-ı manevîsini temsilen meleğin vazifelendirilmesidir.

Mehmet Çetin

28 Haziran 2020 Yeni Foça İzmir

[1] Sözler (2016), s. 191 (On Dördüncü Söz)

One comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir