Dedi-dedim
Dedi: Filan şahsın, bazı davranışları hizmete zarar veriyor, cemaat hakkında yanlış kanaatin oluşmasına sebep oluyor?
Dedim: Bu fikrin, tesanüdü sarsar, fitne ve fesada yol açar. Bu nev’i meseleler; konuya muhatap, ehil bir heyet tarafından oluşturulan meşveret zemininde görüşülmesi elzemdir.
Dedi: Vaktiyle görüşülmüş ama yine bildiğini okuyor.
Dedim: İşte bunun dahi dermanı yine meşru zeminlerde aranmalıdır, böylesi konuşmalar, gıybet ve dedikodu olduğu gibi, su-i zanlara da sebep olur.
Dedi: Tamam kardeşim de, kimse beni dinlemiyor!
Dedim: Burada dur! Ne sıfatla dinlemelerini beklerdin? Eğer söz konusu muhtemel cemaatî bir problemi dile getirmek istiyorsan, bunu kulisi andırırcasına değil, meselenin muhatap yeri olan istişarî kanallara müracaat ederek, orada, itham ve isnattan ziyade, delil ve belgelere dayalı, ihlâs ve samimiyetle müşavere edilmelidir.
Dedi: Dediğin meşveret heyeti, hep ondan yana.
Dedim: Bir daha dur! Eğer o heyete bir itirazın varsa, bu da yine orada çözülmeli, orada görüşülmeli, buralarda görüşmek, fitneye sebep olur, bunu bil!
Dedi: Görüşüyorum, oraya gidip anlatıyorum, ama onlar çoğunlukta olduğu için, kaale alınmadığım gibi, oylamada da kaybediyorum.
Dedim: Bu ifadede birkaç hata var. Her dediğin doğru olmalı ama her doğruyu her yerde demek doğru değil. İddia ettiğin doğrularını, hak olarak varsayalım, o zaman muhatap olduğun heyet, o konunun muhatabı değil, belki de o heyeti aşıyor. Yine teamüle uyarak, sistem içinde hareket etmen lâzım. Bir diğer hata ise, “onlar-bizler” gibi grupçuluğu andıran, tesanüdü sarsan ve ihtilâfı tahrik eden ifadeleri kullanmak doğru değil. Tekraren ifade ediyorum ki bu nev’i meselelerin hâlli sistem içinde, müşavere kanalları ile olmalıdır. Tarafgirlik, inat ve hasede bina edilen hareket, hayırdan ziyade şerre hizmet eder. Bu duygular nefisten gelir, heves ile yüklüdür, akıbeti vahim olur.
Dedi: Doğru dersin ama vaziyete bakıldığında gidişat sancılı.
Dedim: Hakka hizmette maksad Allah’ın rızası olmalıdır. Bu ruh üzerine dinî hamiyet ikame edilmelidir. Yok, eğer tahrik eden yahut tercih edilen tarafgirâne bir hâl ise kişiye sorumluluk getirdiği gibi arkadaşlarını da hataya sürükler.
Dedi: Anladım, ama onlar boş durmuyor, taraftar topluyor, bu arada prensiplere uyacağız derken onlar…
Dedim: Aziz kardeş, dur hele! Elinden geliyorsa tahrip ve iptaline değil, ıslahına çalış, tekmiline gayret et. Menfî ihtilâf, reddedilmiştir. Birbiriyle boğuşanlar müsbet hareket edemez. Tarafgirâne, garazkârane, firavunlaşmış nefis hesabına kendini beğenmişlik, şöhrete düşkünlük tarzındaki farklı mülahazalar, fitneyi ateşler. Arada farklı bilinen kanaatleri birbirine vurdurarak kırdıran süfyanî fitnekâr plânın rağmına; her nev’i iddiayı, şahs-ı manevî havuzuna döküp, haklı şûralarla alınan karara tâbi olmakla o menhus zihniyetin tuzağına düşmemek, böylesi zamanda belki de en büyük hizmettir.
Dedi: Bunları anlıyorum lâkin onların eline geçerse Allah muhafaza ne olur, biliyor musun?
Dedim: Bak kardeşim! Sen zannediyor musun ki bu iman hizmetinin sahibi sensin, koruyucusu sensin? Sana düşen, burada, ayet ve hadis ile tel’in edilen gıybet ve dedikoduya düşmemektir. Tarafgirâne duygularla hareket etmemektir. Asayişi netice vermeyen hizmetin peşinden gitmeyip, şahs-ı maneviye teslim olmakla beraber onun üzerinde koruyuculuk yapmamaktır. Yani haddini bilmektir. İttifak ve ittihadı anlatıp, yaşayıp, kadere teslim olmaktır.
Rabbim, tesanüdümüzü ziyade kılsın, âmin.
Mehmet Çetin 21.07.2021 Yeni Foça İzmir
Rafet Kalyoncu’nun yorumu:
Doğrudur fakat dengeyi gözetmek gerekir. Gıybet etmeyeyim derken vaki haksızlık karşısında susmak gibi..
Kanaatimce; Ammeyi/umum cemaati alâkadar eden meselelerde görülen yanlışları dile getirmek gıybet olmasa gerek; olsa idi Bediüzzaman devr-i istibdata muhalefet gösterip aleyhte nutuklar irat etmezdi.
Tersine, cemaatin istikametini muhafaza bakımından bu tür ikazları yapmak bir vecibedir.
Şahsî kusurların dedikodu edilmesi ise başka meseledir.
Ayrıca takdir edilir ki istişare mekanizması her zaman işlemeyebilir.
Belki görülen yanlışları önce mümkünse fail kişiye lisan-i münasiple ikazda bulunmak, hallolmaz ise mes’ul mevkilerdeki kişilere arz etmek..
Ve fakat nemelâzım anlayışı ile lâkayd kalmamak..
Özetle; Bu meseleyi sadece gıybet bağlamında ele almayıp; bir yanlışlık görüldüğünde ne yapılması gerektiği hususunda yol gösterici olan hadis-i şeriflerin ışığında daha geniş çerçevede değerlendirmek gerekir diye düşünürüm.
Takdir sizlerin.
Selâm ve muhabbetle
Şikayetci objektif delillerini sunmadan şikayet ediyor. Karşı taraf ise işi geçiştiriyor. Belkide şikayetçi haklı ve zarar oluşmadan veya yol yakınken tedbir alınması gerekir. Sonuç; karar vericiler cesaretli, araştırmacı, hızlı karar veren, sorumluluk alan, delile dayalı hareket eden bireyler olmalıdır. Veya o makamı bırakmakıdırlar
Sa
Güzel ve aydınlatıcı olmuş.
Teşekkür ederim