Dört pencereden iki bakış açısı (4)
Mesnevî-i Nuriye’de geçen şu ifade, Cüz, cüz’î; küll, küllî konusuna örnek bir metindir:
“Evet, cismine verilen hayat sayesinde, geniş duygularınla âlem-i şehadet üzerinde cevelân etmekle filcümle cüz’îyet kaydından kurtulmuşsun. Ve keza, insaniyet itâsıyla (bahşedilmesiyle) bilkuvve “küll” hükmündesin. Ve keza, iman ve İslâmiyet ihsanıyla bilkuvve “küllî” olmuşsun. Ve keza, marifet ve muhabbetin in’amıyla muhit bir nur olmuşsun. Binaenaleyh, dünyaya ve cismanî lezaize meyledersen, âciz, zelil bir “cüz’î” olursun. Eğer cihazatını insaniyet-i kübra denilen İslâmiyet hesabına sarf edersen, bir “küllî” ve bir “küll” olursun.”[1]
İnsan bedenine verilen hayat sayesinde ve onunla takılan duygularla âlemi inceleme gezintisinde bulunurken bütünüyle cüz’îyet bağından kurtulmuşsun. Nasıl mı? Söz konusu nimetler verilme öncesi hâlinde iken, azıcık bir şey iken şu âleme gelmekle o hâlden kurtulup beraberindeki nimetlerin ihsanıyla birden hayat ve duygu sahiplerin umumî grubuna girerek küllîleşildi ve dolayısıyla o azlık, çokluğa dönüştü. İşte bunların yanı sıra insaniyetin ihsanıyla, potansiyel ve düşünce hâliyle bütün (küll) hükmüne kavuşuldu. Bunların üzerine iman ve İslâmiyet’in de ihsanıyla artık tamamen bütünleşip, tam olundu. Ve nihayet bunların hepsinin marifet ve muhabbetle harmanlanmasıyla her yanı kuşatan nur olunur, nuranîleşir ve aydınlatılır.
Buraya kadar kemalâtın basamakları sıralanırken sıralanan muhteşem hâdiseler mana-i harfî noktasından değerlendirildi. Bahsedilen tavsiye, yazılan reçete uygulanmayıp, maddî, nefsî, cismanî ve ismî nazarıyla bakılır, öylece muamele edilirse yani dünyaya, cismanî lezzetlere meyledilirse, o zaman insan, yukarıda sıralanan o muazzam küllî manaları kaybeden zelil bir cüz’î olur. Yok, eğer ihsan edilenlerin en büyüğü olan iman ve İslâmiyet hesabına sarf edilirse onlardan müteşekkil şahs-ı manevîye dâhil olarak küllî bir manaya, en güzel kıvama ve artık cüzleri aşan ve bütüne ulaşan bir keyfiyete yücelir.
Çalışmamızın ruhuna uygun bir davranış da ortaya koymalıyız. İşlenen konu ile başkaları tarafından yapılan çalışmalardan bazılarını iktibasla buralara taşıdık ve bütünüyle bu eser şahsımıza ait olmayıp, ismîlikten harfîliğe işareten şahs-ı manevîye ait küllî bir hizmet oldu. İşte bunun son örnek davranışı da aynı konuyu işleyen ve hatta özetleyen şu iktibası, şükre vesile olması babından arz ediyoruz:
“Küllî, bir cins, bir topluluk, bir şahs-ı manevî; cüz’î ise o küllînin bir ferdidir. Demek ki, küllînin fertleri var. Küllün ise fertleri değil parçaları, kısımları vardır. Bütün bunlardan kast edilen mana ise: Bir küllün parçaları yahut küllînin fertleri ayrı ilâhlara isnat edilemez. Parçayı kim yaratmışsa bütünü de o yaratmıştır. Yani, ‘Bir insanın elini ayağını Allah (cc) yarattı denirse, insanı da mı Allah(cc) yarattı?’ denilmeyeceği gibi, Bir insanı Allah(cc) yarattı denildiğinde bütün insanları da Allah(cc) mı yarattı, denilmez.’[2]
Dört yazıdır işlenen kavramlar, zaman zaman iç içe mana arz eder, birbiriyle irtibatlı olur, ince bir çizgidir birbirinden ayıran. Biraz da yüklenen manaya pay vermek, niyete, nazara ve maksada da yer vermek gerek.
Mehmet Çetin
27.07.2022 Yeni Foça İzmir
[1] Mesnevî-i Nuriye (Onuncu Risale), s. 235
[2] Ramazan Çalışan, yorum kısmı, https://www.yeniasya.com.tr/mehmet-cetin/zikru-l-cuz-iradetu-l-kull-usulu_563771