Yazılarımızda Risale-i Nur’dan kaynak göstererek iktibas ediyoruz. Külliyattaki metnin aynısını naklettiğimiz olduğu gibi meâlen ve mânâca naklettiğimiz de oldu. Mânâca nakledilenlere kaynak verildiği de oldu verilmediği de. Kaynak vermeden yazdıklarımızda vicdanen rahatsız oluyordum. Uzun bir zaman bunun sıkıntısını yaşadım. Bir dostumun Emirdağ Lâhikasının 198. Mektubunu göstermesi ile hamdolsun bu konudaki rahatsızlığımız izale oldu ve rahatladık.
“Mesmuatıma (duyduğuma)nazaran, Şemsi ve isimlerini söylemeyi münasip bulmadığımız müellifler, Zülfikar’dan ve sair Risale-i Nur’dan bazı kısımları kendi namlarına neşretmelerine razıyım ve helâl ediyorum ve memnun olurum. Onlar da Nurun şakirtleridirler ve bu surette Nurları neşrederler.”
Bu ifadeler doğrusu vicdanen beni çok rahatlattı. Esasen Üstadın bu mânâdaki ifadesini teyid eden Zübeyir Gündüzalp Ağabeye dayandırılan şöyle bir yorum da bu konuda ayrıca rahatlatıcı ve yönlendirici idi. O, Risale-i Nur’daki hakikatlerin kendi cümlelerimiz ile ifade edilmesini tavsiye eder. Bu cümleden hareketle yerine ve zamanına göre hareket etmek daha doğru olsa gerek. O halde yer zaman ve makam müsait ise doğrudan kaynak göstererek ve orijinal ifadeleri alıntı yapmak en isabetli olanıdır. Aynı zamanda isim ve eser zikredilmeksizin bahsedilmesi de mümkün olmaktadır. Ve hatta aynı hakikatlerin kendi cümlelerimiz ve ifadelerimiz ile nakli de mümkündür. Bütün bu faaliyetteki niyet Hakka hizmettir. Kaldı ki kendi eserinin revaç bulmasına kullanılmasını ve Nur’un neşrine mâni olanları bile helâl eden bir anlayış, bu alandaki bütün berraklığı ve netliği ile ortadadır.
Bediüzzaman’ın maksadı unvan sürdürmek değil, Kur’an hakikatlerinin neşir ve ilânını sürdürmektir.
Bediüzzaman, daha ilerisini şöyle ifade eder:
“Hatta değil böyle dost zatları, belki resmî makamları bulunan ve eserler yazan ve Nurların intişarlarına taraftar olmayan ve eserleri revaç bulmak niyetiyle Nurun neşrine mâni olanları dahi helâl ediyoruz. Çünkü onların menleri başka bir tarzda ve daha faydalı intişarına ve fütuhatına vesile oluyorlar.”
Bahsettiğimiz sıkıntı, sadece yazı ile neşir hayatında olmuyor, çoğu zaman sohbet, ziyaret, ticaret gibi beşerî münasebetlerimiz sırasında da yaşanabilir. Öylesi durumlarda zemin ve çevrenin şartlarına göre hareket etmek gerekir. Risale-i Nur’daki orijinal şekli ile anlatılıp yanı sıra izahların yapılarak nazarların doğrudan Külliyat’a yönlendirilmesi en güzel olanıdır. Bu tarz mümkün olmuyorsa yukarıda bahsedilen şekiller tatbik edilebilir.
Farkında olmadığımız bir gerçek daha var. Biz Risale-i Nur’daki hakikatleri ne kadar da kendi cümlelerimizle ifade etsek de ondaki hakikatler kendini isbat eder, kaynağına tevcih eder. İsterseniz bunu yine Üstadın ifadelerinden dinleyelim:
“İstemeyerek işittim ki, eser yazan ve Nurdan çalan resmî büyük zatlar diyorlar: ‘Risale-i Nur u okuyabilirsiniz, başkasına vermeyiniz.’ Güya Nurlar onların eserlerini setrettirecek! (örtecek) Hâlbuki Nurlar, o eserlerdeki hakikatleri tasdik eder, onlara kuvvet ve revaç verir. İnşaallah bir zaman onlar resmen neşrine mecbur olacaklar. Fakat İzmirli hâkimin dediği gibi, ‘Risale-i Nur gizlenmiyor ve başka kitaplara benzemiyor ve temellük edilmiyor. Nerede bulunursa bulunsun, ben Nur’dan gelmişim’ der.”
Bu sırrı bir hadise ile yaşadım ve hayatımın unutulmaz hatırası oldu. Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nda Risale-i Nur’ları okuduğumuz için Disiplin Kurulu’na sevk edilmiştik. İlk soru bir suç unsuru imiş gibi “Risale-i Nur’u okumakla, Nurculukla suçlanmaktasınız. Savunmanızı yapınız?” şeklindeki olunca doğrudan, rahmetli Zübeyir Gündüzalp Ağabey’in müdafaasındaki meâlen “Yirminci asır pozitif fikirlerin hükümran olduğu bir zamandır; delilsiz, ispatsız şeylere inanılmıyor ve inanmıyoruz. Risale-i Nur’u okumanın ve Nurculuk yapmanın suç olduğunun ispatını isteriz.” şeklinde ifade etmiştim. İsmi bizde mahfuz- Hocamız “Allah! Allah! Bunlar avukat olmuşlar, yahu” demişti. İşte Risale-i Nur’daki bir hakikat, bir lise talebesinden sadır olunca bir hukukçunun kuvvetli ve muknî savunması şeklinde anlaşılıyor ve hakkı teslim ediyordu.
Sözü Üstadın niyetini ifade eden cümlesiyle bitirelim: ”Esasen Risale-i Nur ise, ona şakirt olmak şartıyla herkesin kendi malı gibidir.”
Mehmet Çetin
04.09.2016 Bostanlı İzmir