Her dönemin kendisine mahsus güzellikleri olmasına rağmen geçmiş yine de tekrarlanarak anlatılır. Maziye sığınmak, şimdiki zamanın ağır şartlarından kaçış mıdır? Bu durum, herkese göre değişse de ortak payda mazinin sık sık dile getirilmesidir.
Her Ramazan ayına girdiğimde, Koçhisar’ın çocukluğumdaki eski Ramazan günlerini anıyorum. Bu cümleden hareketle; ilk hocam rahmetli annem ve babam olsa da Kurşunlu Camii’nde Kur’an Kursu hocamız rahmetli Âdem hocamızı, imam Mehmet Hocamızı ve müezzin Ahmet Hocamızı da rahmetle anmadan geçemiyorum.
Cemaatle kılınan namazların son saflarına sıralanan çocukların şamataları, zaman zaman sert ikazlarla mukabele edilirdi. İlerleyen yıllarda çocukları camiiye alıştırma adına saf arasına serpiştirme şekli uygulanırken, kimileri de o yavruları, çikolatalarla ödüllendirdi.
Ramazan topu, çocukluğumun unutulmaz meraklı anılarındandır. Topçu amcayı, gidip gelirken görürdüm, atılan toptan çıkan alevi ve sonradan gelen sesi de. Ama topun yanında bir türlü bulunamadığım gibi o topun hazırlanmasını görmek de bir türlü nasip olmamıştı.
Her mahallenin ayrı davulcusu olduğunu ileriki yıllarımda öğrendim. Topladıkları parayı, dükkâna getirip bütünleştirdiklerinde ise onların hatıralarını dinlerdim. Yaşlıların evinin önünden geçerken biraz yavaşlayıp, onların ışıklarının yanmasını âdeta beklerlerdi.
Rahmetli babam, o dönemin İş Bankasının eski müdürlerinden birini, beraber kılalım diye Kurşunlu Camiine teravih namazına davet eder. Müdür Bey icabet eder. Vaiz Efendi, teravih öncesi yaptığı hitabında teravihin sünnet olduğunu, günlük beş vakit namazın farz olduğunu izah eder. Ertesi günü namaza gelmeyen Müdür Bey, sebebini de “Teravih o kadar da önemli değilmiş” der. İbadet anlatılırken yapılan hatalı kıyas, bu hatırayı anmama ve sizlere nakletmeme vesile oldu. Hazır, camiiye kadar gelmiş olanı, tebrik, takdir ve teşvik etmek varken orada akademik bilgi vermenin ne gereği var? Vaiz Efendinin dediği doğru ama her doğru her yerde söylenmemelidir. Yeri ve makamı geldiğinde söylemek en isabetli olanıdır.
Ramazan iftarları, unutulmazların önde gelenleridir. İftar sofrasında, topun patlaması, hocanın “Allahuekber”i ile hemen babamızın elini öper, paramızı alır, sonra suyumuzu besmele ile içerdik. Sahur heyecanı, gecenin sessizliğini uzaktan gelen davula karşılık veren köpek havlamalarıyla karışırken, boyumuz yetmediği için hasır yastığın üzerine basarak pencerenin kenarından perdeyi azıcık aralayarak dışarı bakardık. Sanki bir şeyler göreceğiz!
Kış mevsiminin sahuru, diğer mevsimlere göre daha hatıralıdır. Sönmeye yüz tutan sobanın yeniden tutuşturulması, soğuk mutfakta hazırlanan sofra sinisinin kapılara çarparak sobalı odaya getirilmesi, toplanan yataklardan açılan yere konulurken sıcak yorganlara kayan gözlerimiz. Göçmen sobasının üzerinde ısıtılan yufkaya sarılan tuluk peynirli dürüm, üzüm hoşafı, çay, zeytin ve ardından patlayıncaya kadar içilen su, döne döne andığımız hatıralar.
Biliyorum, sizlerin de her ne kadar esasta benzer hatıralarınız olsa da farklı ifadeleriniz olacaktır. Duygular benzer, ifadeler yakınlaşır. Böylece müşterek âdetimiz, örfümüz gelişir. Zamanla gelişen, geliştikçe yeni şartlarla değişen görenek gelenekleşir. Böylesine değişimler yıllarca yoğrula yoğrula kültürü netice verir ki, toplumsal bir değer olarak saklarız, neslimize naklederiz.
Haftaya başka cepheden bakmak üzere hayırlı Ramazanlar diliyorum.
Mehmet Çetin
26.05.2017 Bostanlı İzmir