Eşi Hayriye bacımızın vefatının sene-i devriyesi münasebetiyle..
Her insanın hayatında mutlaka hayati öneme değer acılı-tatlılı hatıralar, vakıalar vardır. Bu hatıranın ibretli olması insanın en can alıcı noktasından kaynaklandığında alınan Nur derslerinin hayata ne kadar tatbik edilebilirliği o an kendini gösteriyor.
Gözümün önündeki bu fevkalade numune bir tahkiki imanı tarihe malolması ve neslime ibret levhası olması duasıyla kaleme aldım bu yazıyı. Aksi halde gayet hususi ve bir derece mahrem olan bu halin elbette mahfuz tutulup, gönüllerde
saklanması gerekirdi. Ama biz buzdolabı değiliz. Testiler içindeki hakikati bir derece dışarıya sızdırarak hâli ifşa ederek faydalı olurlar diye biliyoruz.
18.Aralık.2006 imsak öncesi acı acı çalan telefonun ucunda “Hayriye’yi kaybettik” diyen Nebahat Hanımın haberiyle malum “İnnalillahi ve inna ileyhi raciun” hakikatıyla bir kere daha tanışmamız başladı.
Olabildiği hızla evine gittiğimde doğrusu herkes fevkalade bir üzüntü içerisinde idiler. Ölüm hadisesi henüz çok sıcaktı. Kalbler ağladı, göz, yaşlarını döktü… Hepimizin ağlaması hamdolsun taşkın değil, aşkın idi. Olması gereken olgunlukla bütün dostlar göz yaşlarını döktüler.
Sabah namazına camiiye giderken Dr. Süha kardeşimizden cenaze namazının ikindi namazında kılınması isteğini öğrendik. Namaz dönüşünde otururken o biraz önceki gördüğümüz üzgün ve bitkinlikten çok daha yüksek moralli şekilde kapıdan girdi.
Traşını olmuş. En güzel elbiselerini giymiş. Saçını taramış. Gözlüğünü takmış. Bir dostunun düğününe gidiyormuş haliyle gördük. Şaşırdık!
Onun bu kıyafetini görenlerin farklı yorumladıklarını hissettim. Ama o bunları hiç dikkate almadan yaşadığı ve inandığı hakikati tatbike devam etti. Zira o canından fazla sevdiği eşinin; Rabbi ile kavuşacağı, o sıkıntılarla başlayıp ama mutlu bir sonla nihayete eren yeni bir başlangıcın olduğu fevkalade önemli buluşma anında elbette en fazla ihtimamı gösterecekti. Bunu eşine ve Rabbine bir vazife bilmenin idraki içerisinde gayet vakurla bu görevi yerine getirdi.
Şeb-i aruzu, aslına vakıf olmayanlar farklı yorumlayabilirler, hiç önemli değil. Hz. Mevlana ölümü düğün gecesi olarak tarif ederken elbette bir bildiği ve yaşadığı vardı. Tekerrür eden tarihden ders nasıl alınmalıydı? Ölüm başımıza sürekli gelmez. Bir sefer gelir. Geldiğinde eğer sabırla karşılarsak imtihanı kazananlardan oluruz inşaallah. Evet, hakiki sabır olayın ilk gerçekleştiğin anda gösterilenidir.
Tebrikler Süha Kardeşim! Hemde binler tebrik..
Ama henüz Dr. Süha’dan alacağımız dersimiz bitmemişti…
Akşam evde “Mübarekler Heyetinin “Hayrjye”lerine “Dön”enlerden…” başlıklı yazımı yazıp Yeni Asya’ya gönderip bir suretini de yanıma aldım. Evinde müsait bir zemin hasıl olursa okuyayım diye düşünmüştüm. Ertesi akşam O’nun evinde dost¬larla otururken o gün Yeni Asya’da lahika sahifesinde çıkan Oğuz Şahin’in yazısını istedi. Hepimiz hayrette kaldık. O yazının sonuna kadar nasıl dayanacaktı?…
Aldı, vakur bir şekilde şu açıklama ile okumaya başladı: “Arkadaşlar, Allah’a şü¬kürler olsun ki biz ahirete iman etmişiz. Eğer bende bu ahirete iman olmasaydı bu yazıyı katiyyen okuyamazdım…”
Yazıda, “ve yumit” hakikati çok güzel şekilde dile getirilmiş. Duraksamadan yazıyı sonuna kadar okudu. Bizim zaman zaman boğazımızın düğümlendiğini hissetmemize rağmen o devam etti.
Ortamı müsait bulmuşken izin isteyerek yazdığım yazıyı okudum. Benim sesim titredi. Boğazım birkaç sefer düğümlendi. Ama o memnun olarak teşekkür etti.
Aldığımız ikinci ders bu idi. Eşinin ölümü hadisesinde bile imanını yaşıyor olması hakikaten çok ibretli idi.
Şimdi sorarım size: Hangimizin en yakını vefat ettiği zaman feryadı basmıyoruz? Bırakın vefatı, başımıza gelen en sıradan bir sıkıntıda bile patlıyoruz çok defa.
Evet O iman ediyorki:” Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki, bir Fâil-i Hakîm-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdîl-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.”
Evet O, tıpkı kabristanda ders yapan Adnan Abinin dediği gibi dünyanın kabir limanından şunları diyor:” Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zuiümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz. Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahip ve Mâlîk-i Hakikînin tarafına gidiyorsunuz. Ve Sultan-ı Ezelînin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz.”
Yaşadığımız hayatın geçici olduğunu ayrılıklardan bir kere daha anlıyoruz.Bu firaklar bize gösteriyor ki bu dünya sabit değil, bu hayat daimi değil…
Bayraklı’nın Nur Kervanının hanımlar gurubunun esaslarından olan Hayriye Dön kardeşimizin güneşinin gurubuyla bu hakikati bir kere daha fiilen ve aynelyakin derecesinde anladık ve yaşadık.
Rabbim hepimize karşılaştığımız imtihanın sıkıntılı anlarında dayanabilecek ve tatbik olunabilecek sabırda mukavim bir iman nasip eylesin.
Mehmet Çetin
11.01.2006 Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir