Kaderi doğru okumak ne demek?
– Kader Risalesi’nin Mütalâası’nın ikinci baskı hazırlıklarından
Kaderin okunması, eşya ve hâdiseler karşısında kalan insanın, cüz-i ihtiyârîsi ile verilmek istenen mesajın doğru algılanması demektir. Doğru okunan kader, tecelli eden hakikatin idraki ile eşya ve hâdise ve kendisi arasındaki tenasübün teminine gayret edecektir.
Kaderi okumada ölçü çok mühimdir ki gemideki pusulanın önemi değerindedir. Doğru okuma ile mü’minin kişisel gelişimi inşaallah sağlıklı olacaktır.
Evvela haddi çizip, haddimizi bilmekle başlar. Şuradan şuraya kadar bana, geriye kalan sonsuzu ise her şeyin yaratıcısı Allah’a, demek elzemdir.
Bana ait kısmında adına determinizm dedikleri irademin etrafına örüldüğü düşündürülen kural ağlarıyla tercihimde hür olmadığım zannı oluşturularak, sebep-sonuç kalıbına hapsedilir. Esasında bozulmamış ve tesir altında kalmamış vicdanım ise, doğruyu bulabilme keyfiyeti ile bana hemen her zaman pusuladır.
Sebepleri abartıp hayata yön verircesine esiri hâle gelip sebepperest bir Mutezilî anlayış ile itikadı ölçüsüzce kullanıp “rızkım mukadderdir, veren de alan da O’dur” diye sebepleri bütün bütün reddederek, değersizleştirerek Cebrîce hayatı istikametsiz kılmak, kaderi yanlış okumaktır.
Bir diğer hatalı okumak daha vardır ki bir başka cihetiyle de esasen ona işaret etmek isteriz şöyleki:
Kaderin muhatabı iradedir lâkin hür iradedir, kadere esir irade, kaderin muhatabı değil esiridir. İman, hür bir zeminde kalben kabul, aklen ikna, lisanen ikrar ise bütün bunlar istibdadın olmadığı hür bir ortamda geçerliliği olan bir gerçektir. Bu bilgileri anlatmak istediğimize altyapı ederek nemelâzımcılık hastalığına yakalanma adayı ehl-i sünneti uyarmak isteriz. Bir Cebrî, bir Mutezilî kendi kader inancını yaşama ve başkalarına da nakletme konusunda ne kadar ısrarcı ve azimli olduklarını tarih gösterir iken biz Ehl-i Sünnet ise zaman zaman farkında olmadan gönüllü olarak onların düşüncelerine sahip çıkarcasına ifade eder ve yaşar, vaziyetine düşüyoruz. Bu hem düşündürücü ve hem de acıtıcı bir hâldir. Biz inanıyor ve biliyoruz ki bu vaziyet bir cehalettir, kasdî değildir. Bu cehaletin giderilmesi ile Ehl-i Sünnetin kader anlayışını yaşama ve nakletme konusunda mutlaka nemelâzım hastalığına yakalanmadan, onun çekim alanına girmeden ayet ve hadis rehberliğinde, tefsirler yardımıyla kader anlayışımızı acilen tashih edip, bütün duygu ve düşüncelerimizle yaşamamız gerekir. Nemelâzımcılık istibdadını kırarak hürriyetimizi kurtarıp, kaderin karşısındaki ahsen-i takvim asil ve vakarlı duruşumuzu sergilememiz gerekir. Başkasına havale ederek, ulema düşünsün diyerek kader meselesine hiç yanaşmamak miskinliğin esaretine girmek ki hürriyetin düşmanıdır. Acize yakışan bir tevekküldür, ölünün sızlanışıdır, ittihad-ı İslâm’ın engelidir.
Bir imtihan olarak gönderildiğim bu dünya hanında, sevap ve günahlarımla varım. Vesile olduğum sevabın işlenmesinde gurura değil, şükre yönelirken, sebep olduğum şerrin yaratılmasında elimde kalan günahlarımla da hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmamam lâzım. Ben biliyorum ki benim günahım ne kadar fazla olursa olsun, merhametli Rabbimin affediciliği daha fazladır.[1] Bu noktayı suiistimal etmememin yanı sıra ümitsizliğe de düşmemem gerekir.
Bu hayatı hemcinslerimle ve diğer yaratılmış olanlarla yaşıyor ve onlarla paylaşıyorum. Onlarla benim ortak paydamız mahlûk olmaya dayanarak bana verilen mahlukatın efendisi veya halifesi vazifesinin özünde merhamet saklıdır. O halde ben; hayatın yükünü omuzlamada aciz ve fakir olduğumu idrak ederken masivaya şefkat ve merhametle bakıp, öylece muamele etmem lâzım.
Yaşanılan her hâdiseye “müstahak olundu ki böyle tecelli etti” manasındaki Cebriye yaklaşımını da “takdir” ve “adalet” etiketli görüntüsünün altındaki zulme ve haksızlığa tepkisizliği, kimliksizlik olarak bilip, kaderî bir kisve ile sıradanlaştırmamalıyım. İtikadımın hayattaki uygulamalarını murakabe ile tefekkür ederken, eşyadaki İlâhî sıfatların nüfuzlu tecellilerini de ibret ama zevkle tefekkür etmeliyim. Hayatın her alanında bu şuur ve kritik içinde olup, yalnız siyasi pencereye münhasır tutmamalıyım.
Vaktiyle yapılan bir nasihati teberrüken buraya alıyoruz: Ahmed b. Hanbel ve Ebu Ya’lâ, Eyyub b. Ziyad tarikiyle Ubade b. El-Velid b. Ubade b. Es-Sâmit’in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Ubade hasta iken yanına gittim ve bana tavsiye bulunmasını istedim. Şöyle dedi:
“Kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmedikçe imanın tadını alamazsın, Allah’ı bilmenin hakikatini idrak edemezsin. Bu da seni günaha düşürecek şeyin doğru yola götürmeyeceğini, doğruya götüren şeyin günaha düşürmeyeceğini bilmendir.”[2]
Kader, galip; akıbet, gaip olduğundan, zahire aldanmamak lâzımdır. Başa gelen musibetlerde kaderî okumalara dikkat gerektir.
Kaderi okuma örnekleri, Risale-i Nur’da uygulamalarıyla mevcuttur. Rüyada Bir Hitabe’de, toplumun başına gelen musibetin içerisindeki kaderî tecellileri okumak vardır. Konuşan Yalnız Hakikattir’de ferdî olarak kendi hayatının kaderini okumanın tatbikini görüyoruz. Hayatın koşuşturmacasının içerisinde zaman zaman vuku bulan iman hizmetindeki gevşeklikleri kaderin şefkat tokadı olarak okur. Denizli Hapishanesi’nde iken yazdığı mektubunda[3], talebeleriyle yaşadıkları sıkıntılarda kader okuması yapılır. İman Kur’ân hizmetinin temelinin Risale-i Nur’un telifi ile yazıldığı hemen o ilk yıllarında dâhilî haricî itiraz ve hücumların önünde/içinde/sonunda tecellî eden kaderî işaretlerin birer kaderî muştuya dönüştüğünü Birinci Şua’yı okurken anlıyoruz.
Hz. Cabir’den nakledilen ve Buhari ve Müslim’de yer alan şu tavsiyeyi bölüm sonunda, sanki hayatın sonunda yapılması gereken bir vecibe gibi hatırlayalım:
“‘Hiç biriniz Allah’a hüsn-ü zan beslemeden ruhunu teslim etmesin.”
Hüsn-ü zannın en güzeli Allah’a yapılandır. Zira “Kulum beni nasıl tanırsa, onunla öyle muamele ederim.”[4] Hadis-i kudsisi bu konuda rahatlatıcı bir pencere açar.
Mehmet Çetin
22.09.2021 Yeni Foça İzmir
[1]“Ey kendi aleyhlerine haddi aşmış kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” , Zümer, 53
[2] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî, c. 13, s. 94, -Muhtasar- Polen Yay., 2008; Müsned, İmam Ahmed bin Hanbel, c. 1, s. 359
[3] Şualar, s. 357
[4]Buharî, Tevhid: 15, 35; Müslim, Tevbe: 1, Zikr, 2, 19;
Sa ehli sünnet itikadınin hak bir yol oluşunun anlatimi
Allah razı olsun abi
Mehmet Emin Salbaş
Abi selam aleyküm bazı şeyler gerçek ama anlatması zor olsada Risale-i Nur sorunları çözüyor iman meselesi şöyle bir tefekkür ettim Risale-i Nur bı köprü kurmuş bir tarafı imanını kurtaranlar bir tarafta imansizlikla bertaraf olanlar biz bu köprünün halatları Risale-i Nur gövdesi bu köprü yıkılırsa o karsidakinler ulaşamayız İstanbul’daki köprünün yıkıldığını farz edelim çok büyük sıkıntılar olur birde iman koprusunun yıkıldığını düşün tam bir felaket ben bisiklet gurubuyla hafta sonları tur yapıyoruz buradaki insanların çoğu yüksek eğitimli ben ilkokul mezunuyum onların yanında herkesin abisiyim benim söylediklerime inanıyorlar ve itiraz etmiyorlar bu Risale-i Nur un bir kerameti gecengun bir bayan elektrik mühendisi onunla konuşuyoruz konu doğa olayı insanların hayvanların doğması üremesi meselesi bak kardeşim Allah kimini vücudunun içinde besleyip dogurtuyor kimide anasından bağımsız dogurtuyor nasıl dedi kuşlar yumurtlar fakat onlarda kordon yoktur anne üstüne yatar evidir çevirir o kabuğun içindeki azbir havayla yaşar buna doğa olayı derler ama bu Allah’ın kudretini varlığını gösterir dedim kadın düşündü haklısın abi dedi bazıları ben bisiklet sürüyorum derslere gitmiyorum zannediyor ama ben orada insanlara ders yapıyorum salı cuma büroya gidiyorum bisiklet gurubundan bir iki arkadaşımda derse getirdim iman herkese lazım dinsizligi öldürmenin vaktidir saygılarımla bı cuma büroya bekleriz şizden biders dinlemek güzel olur