Said Halim Paşa’yı Bediüzzaman İle Anmak

Avatar photoPosted by

Said Halim Paşa’yı Bediüzzaman İle Anmak

            Allah’ın takdirinin nasıl olduğu ancak kaza edildiğinde tezahür eder. Ancak bu tezahürdeki hikmeti bile anlamakta insanoğlu zorlanır çoğu kez. Sait Halim Paşa’nın şehit edilmesi bu hikmetlerden hissesiz değil elbette.

1864 de Kahire’de dünyaya gelen ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın torunu olan Said Halim Paşa, babası Mehmed Abdülhalim Paşa ile beraber 1870 de İstanbul’a yerleşti. İyi bir tahsil alarak 2.Abdülhamit tarafından sivil paşalık ile taltif edilip Şura-yı Devlet azalığına getirildi. İlerleyen hayatında Jön Türklerle beraber olup, İttihad ve Terakki’nin en üst kademelerine kadar hizmetlerde bulundu. Hariciye Nazırlığı, vezirlik ve sadrazamlıkta bulundu. Sadaretteki en mühim olay, Edirne’nin Bulgarlardan geri alınması ve kendisinin izni alınmadan Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşına sokulması oldu. Talat Paşalar ile anlaşamayarak sadaretten 03.02.1917 tarihinde ayrıldı. Ermeni Kırımı iddiasıyla mahkemelerde delil bulunamadı (1919). Aynı yıl Malta’ya sürgün edildi. Sürgün hayatında 1921’de berat etti ve Roma’da 06.12.1921 de bir Ermeni tarafından şehid edildi. Naaşı 1922’de getirildi. Allah rahmet eylesin.

Çok okuyan, geniş kültür sahibi devlet adamı olan Said Halim Paşa kibar, alçak gönüllü, iyi ahlâklı, nazik ve dürüst bir kişi olarak tanınmıştır. İttihat ve Terakki’nin kuklası olmamış, cemiyet içindeki aşırılıkları frenleyen ve özellikle Enver Paşa ile Cemal Paşa’yı denge halinde tutan bir siyaset gütmüştür. Cemiyetin önde gelenlerinin saygısızlıklarına karşı Sultan Reşad’ın yanında yer almıştır. Siyasî şahsiyetiyle birlikte mütefekkir kişiliği de büyük önem taşıyan ve İslâmcılık akımının en önemli fikir önderlerinden biri olan Said Halim Paşa, Batı Medeniyetini ve sosyal hayatını yakından tanımasına rağmen kendi kültür ve medeniyetine bağlı münevver bir fikir adamı olarak kalmıştır.[1]

Osmanlının buhranlı yıllarındaki sıkıntılarına göğüs germeye çalışan Said Halim Paşa, batı medeniyetinden taklit edilmeden istifade edilmesini söylemiştir. Orada lazım olanları bedenimize, bünyemize uygun hali ile almak şeklindeki benzeri yorumları Bediüzzaman’da da görürüz. Meşrutiyet hareketleri karşısında Bediüzzaman Şeriata uygun hale getirilmiş meşrutiyet savunması ile paralellik arz eder.

Avrupa’da dine lâkaytlık olmakla beraber başta bulunan idarecileri ise dinlerine sahip çıkar. Bunlardan Wilson, Loyd George, Venizelos’un isimlerini sıralayan Bediüzzaman “Ben tokadımı… Venizelos ile beraber Said Halim’e vurmam. Nazarımda vuran da sefildir.”[2] der. Bulundukları toplumun dinine sahip çıkanlardan Venizelos ile Said Halim Paşa’yı beraber kullanması dikkat çeker.

Sadaretten ayrıldığı 03.02.1917 ile sürgüne gönderildiği 28.05.1919 tarih arasında İstanbul’da idi.[3] Bediüzzaman Said Nursi, esaretten 17.06.1918 tarihinde döner. Bu iki tarih arasında her ikisinin görüşmesinin olduğunu düşünüyoruz ama bu görüşme belge ile tevsik edilmelidir.  İşte henüz belgelendiremediğimiz bir bilgi de şöyledir.

Eski Said’in Yeni Said’e inkılâbı hengâmında İstanbul’da bulunduğu günlerde Said Halim Paşa da sıkıntılıdır. Devletin ve cemiyetin gidişatı bunaltmakta, çıkış yolu aramakta. Yakinen tanıdığı Molla Meşhur Said unvanlı Bediüzzaman’ın Şarkta kurmak istediği üniversite ve alakalı konulardaki sıkıntısını gayet iyi biliyordu. Ecdadından kalan Yalı ve Koru’yu emin bir el olan Bediüzzaman’a hibe ederek kendisinin de zihnindeki hizmetlere kullanılmalıydı. Bu düşüncelerini açar. Bediüzzaman’dan cevap yerine düşünmek için vakit istemesini duyar. Sabrının sonuna kadarını bekler. Nihayet bir tanıdığı ile neticeyi sorar. Bediüzzaman tekrar mühlet ister.

Mühlet isteyen Üstad sıkıntılar içerisindedir. Kostroma’da başlayan halet-i ruhiye iliklerine kadar sarsıyor, bir inkılâbın içerisinde idi. Bu taraftan da Said Halim Paşa’nın yaptığı teklif ise hiç de yabana atılacak cinsten değildi. Uğrunda ömrünü verdiği idealinin tahakkuku için gerekli olan sermaye ve imkân işte iki dudağının arasındaki “evet”e kalmıştı. Bu tereddütleri, gitgelleri âdeta boncuk boncuk terletiyordu. Kararını vermeliydi. Davasında bulunduğu, bir ömür boyu kutsiyetini yâd ettiği ihlâsa zarar gelebilme ihtimali var ve kuvvetli idi. Aynı endişe ile Sultan Abdülhamit’in teklifi olan ihsan-ı şahaneyi de reddetmişti. Nihayet

“Beni dünyaya çağırma,

Ona geldim fena gördüm.” diye başlayan levhalarla cevabını verdi.

Said Halim Paşa’yı Üstadım ile hatırlarken hayatımda belki bir defacık muhtemel fırsatlar konusunda dikkatli olmayı ders çıkarıyorum. Muvazene ve muhakemeyi dikkatli yapmalıyım. Dünya bütün tantanası ile masum tekliflerle bile yanıltmamalı. Hizmetinin selameti için dünyayı terk eden, kalbini bağlamayan Üstadımın, dünyalığın zirvesine çıkmış ehl-i iman ve ehl-i ilmin karşısında verdiği fiili cevap istikbale numune bir duruş olarak intikal etti. Ders alana ne mutlu.

Rabbim her ikisine rahmet eylesin. Âmin.

Mehmet Çetin

01.01.2013.Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir

 

[1] İslam Ans. İsam, 35/558; Kara, İsmail Prof. Dr. Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, 1/75

[2] Nursi, Said, Eski Said Dönemi Eserleri, sh.498

[3] https://islamansiklopedisi.org.tr/said-halim-pasa

One comment

  1. S. A. Beni dünyaya çağırma cevabı Said Halim Paşaya değil, Yuşa tepesine dünyayı terk niyetiyle çekildiğinde birçok hatırlı dostlarının dünyaya ve siyasete dönmesi için yaptıkları çağrılara cevap diye biliyorum.
    Tahlil ve telif çok güzel olmuş, kalemine zihnine sağlık.
    Ayrıca Venizelos ile Said Halim’e, Antranik ile Enver’e aynı anda vurmam sözünün aslı nedir? Hangi olay veya sual üzerine söylemiştir. Söz konusu şahısların karakteristikleri ve ilişkileri nelerdir…konularında bir yazı ve tahlil ve telif bekliyoruz efendim.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir