Kader değildir, derken
Bir söz, asıl bağlamından koparılarak değerlendirilirse, maksadını aşar, hatalı anlamalara sebep olur. Zihinlerde anlaşılan, sözü söyleyenin demek istediği ile aynı olmadığı gibi, farklı anlamalarından da sözü söyleyen sorumlu değildir.[1] Bu sebeple, sözü dinleyen, hatibi iyi anlamalı, dışarıda dolaşmayıp, meselenin içinde manayı aramalıdır.
Araştırmacı, meselâ kader ile alâkalı eserleri okumaya hayatını vermiştir. Gece gündüz onları inceler ve oradan çıkardığı manaları tanzim ederek muhatabına eser verir. Bu esnada zihni, kalbi ve lisanı sürekli çalıştığı alanla ilgili ifade, kavram ve kelâmlarla meşguldür, onları teneffüs eder, onları terennüm eder, onlarla yatar, onlarla kalkar. İşte bu muharririn, sözü bu hengamede ele alınırken, genel değil özel alanıyla irtibatlandırılmalı ki hatalı anlamaya sebep olunmasın.
Kulların fiillerindeki sorumluluğun ahlâkî boyutunu araştırırken yaşanılan çeşitli hırsızlıklarla öylesine karşılaşır ki hayretinden “el insaf, bu da kader değildir”, der.
Demek istenilen şudur:
Ey üç kâğıtçı insan! Çaldığın demir ile yaptığın bina, en küçük sarsıntıda yıkıldığında, sorumluluktan kaçmak için, işi kadere vermen, kader değildir.
Evet, her ne varsa her şey kaderdendir ve doğrudan kaderdir. Allah’ın ilmi ve bilgisi dâhilinde cereyan eden, kazası vuku bulan hâdislerdir.
Ey dinleyen kardeş, insaflı olmak, aklın ve vicdanın emridir. Söylenen her sözü, makamına göre değerlendirmek sana vacip değil midir?
Evet, “kader değildir”, diyenin başka bir maksadı yoksa, kaderi inkâr ediyor diye anlaşılması, doğru değildir.
İhtiyarî ve ıztırarî diye de ikiye ayrılan kaderin birisi zorunlu olurken diğeri tercihle gerçekleşen kader oluyor. Tabiat kanunları gibi irade dışında gerçekleşen kader ile tedbirsizlikle başa gelen ve yaşanan kaderi karıştırmamak gerekir. Evini sel yatağına yapan, seli felâkete çevirir. Hâdiseden kurtulduktan sonra zararı kadere vermesi, elbette kader değildir, kaderi kötüye kullanmaktır.
Japon pilot, soğukkanlı davranarak aldığı eğitimin hakkını verircesine yanan uçağı salimen yere indirir ve alanın en uzak köşesine kadar uçağı götürür, panik yaptırtmadan yolcuları indirir. Hâdise, pilotun ustalığı ile kalmadı, yolcular da verilen talimatları yerine getirir. Bu vakıada, kabin ve yolcular, bütün sebepleri yerine getirerek meçhul sonucu beklediler. Evet, bu da kader.
Yola çıkmadan gerekli tedbirlerin alınmasının ardından yaşanan, elbet kaderdir ve trafik kazası geçiren şuurlu kişi de: Bilinen tedbirleri aldım ama bu hâdise başıma geldi. Bunun da bir kaderî hikmeti olmalı. Daha sonraki seferde çok dikkatli olmalıyım, demelidir. Hâdisenin bunalımına girerek hayatını zora sokmamak için kadere havale edilebilir, sorumluluğu havale etmek için değil. Diğer taraftan, şuursuz şekilde, yaşanan her şeyin Allah ile irtibatını kesmek, tamamen sebep ve vasıtalara havale etmek için kader değildir demek de hatadır, hem de diğerinden daha ağır bir hatadır.
Şuursuz şekilde öğretilmiş olan teslimiyetçi kadercilik anlayışından uzak durmak gerek. Kişiyi tembelliğe, sorumsuzluğa ve gayretsizliğe sevk eder. Cebrî anlayışın asrımızdaki yansıması olarak irade ve tercihimize ait konularda kadere vermek gayreti kırar.
Sebepler tahtında meydana gelen hâdiseler, o sebeplerin malı değildir, aksine asıl o hâdisenin hakikî sahibi kaderdir ama tedbirsizliği ile başına geleni dâvet eden de insandır ve onu kadere havale edemez. Bunun da pek çok hikmeti vardır.[2]
Mehmet Çetin
12.02.2024 Yeni Foça İzmir
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Muhakemat (2017), s. 101 (Unsuru’l-Belâgat)
[2] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat (2017), s. 432 (28. Mektub, 6. Mesele)
One comment