Sıkıntılı hadiselerin tazyikiyle hayattan alakasının kesilmek üzere iken huzurlu, problemsiz ebedî bir hayat arzusuyla buradaki bitmek bilmeyen sıkıntılar karşısında of, of diyerek ümitsiz kalan insan, çare arar. Ebedi hayat arzusunun gerçekleşmesini sağlayacak olan; ancak ve ancak bütün mahlûkatın sakin ve hareketli hâllerini bilecek, kaydedecek ve sonra insanı kendine dost ve muhatap eden ve bütün mahlûkatın üstünde makam veren bir Kadir-i Mutlak’ın hadsiz kudretiyle olabilir.
Hasbiye ayetinden tatmin edici izah isteyen Bediüzzaman, ayetin manen işaretiyle çoğul şahıs ekiyle söylenen “hasbünâ” (Bize yeter) ifadesinde arar. “Bize” ifadesine girenleri taharri eder. Acaba kâinatta bizim ile beraber kimler kendilerine mahsus lisanıyla “hasbünâyı söylüyorlar?
Bildiğimiz bilmediğimiz, gördüğümüz görmediğimiz ne kadar mevcudat varsa, irili ufaklı hepsi kendine mahsus dilleriyle, gördükleri vazifeleriyle, yaratılış gayeleriyle hep beraber Rab olarak Allah, bize yeter. Başka Rabbe gerek yok. Zira O, bütün ihtiyaçlarımızı karşılıyor, düşmanlardan koruyor, her nevi nizamımızı sağlıyor, kolluyor. Merhametiyle yardımcı olurken, adaleti ile tanzim ediyor.
Hasbünâdan enemiz ve nefsimizde hissedârdır. Bir katre sudan mu’cizâne yaratarak, her nevi cihazla mükemmelen donatmış. Dimağ, kalb ve dilimize nimetlerini tartacak, ölçecek ve bilecek mizancıkları, Esma-i Hüsnanın nihayetsiz cilvelerini anlayacak binlerce aletleri yaratmış. Kokuların, tatların ve renklerin adedince tarifeleri o aletlere yardımcı olarak vermiş, tanıtımını yapmış. İşte bütün bunları âdeta bilen, tanıyan ve -inşaallah- vücudumuzdaki ene ve nefis de ıslah ve itaat etmiş hali ile teslimiyeti ifade eden, “Allah bize yeter” anlamında hasbünâ der ve demeli.
Zahir ve batın duygularımızın da hasbünâdan hissesi var. Vücudumuzdaki duyguları öylesine mükemmel yaratmış ki her şeyin bütün çeşitlerini ölçecek özelliklerle o duygularımızı donatmış. Eşya üzerinde tecelli eden esmanın ayrı ayrı zuhurlarını o hissiyat ve hassasiyetle bize bildirir. Böylece Rabbanî terbiye sağlanır. İşte bu vazifelerin yapılmasında duygularımızla beraber hasbünâyı söyleriz.
Bahsedilenlerle beraber, merhametli Rabbimiz bütün mahlûkata halife manasında bize insaniyeti verdi. İnsaniyete mahsus maddî manevî inkişaflarla insana özel duygularla geniş sofralardan istifade yolunu açtı. Ardından İslâmiyeti verdi. Böylece “biz” manası görünen görünmeyen, bilinen bilinmeyen âlemler kadar belki de daha ilerisine kadar genişledi. Hakiki imana işaret ederek dünya ve ahireti içine aldı. O imanın tekâmül basamaklarına işaret ederek marifete yol açtı. Muhabbetle eşya aynasında Esma-i İlahîyi sevdirdi. Kur’an ilminden iman esaslarının hikmeti nuruyla mahlûkatın üzerinde bir üstünlük ihsan etti. Bu mânâ ile ehadiyet ve samediyetine tam bir ayna, küllî ve kudsî rububiyetine mukabil olabilecek küllî ubudiyete işaret olan “biz” manayı dopdolu ihtiva eden hasbünâyı gerçekten çok zikretmek, fikretmek ve şükretmek gerekir.
Bütün bu ulvî mânâların takviyesi olmak üzere, mürşid babından kitaplarıyla beraber enbiyaları vazifelendirdi. Onların dilinden bize bir alışveriş teklif etti: “Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek suretiyle satın almıştır.” (Tövbe 111) ayetinden anlaşılıyor ki yine merhametiyle bize hem hidayeti gösteriyor ve hem de emanetini, karşılığında Cennet olan bir başka ve kıyaslanamayacak kadar kıymetli güya bir bedelle ihsan ediyor. İşte bütün bunlara erebilmenin yolu hasbünâdan geçmektedir. Ferdî kulluğumuz kifayetsizdir. En güzel kıvamda yaratılarak halife-i ruy-u zemin makamıyla mahlûkatın zikir, tesbih ve ibadetlerini arkamıza alarak, onlarla “biz”i genişletmek her halükârda Hasbünallahü ve’nimelvekilden geçmektedir.
Durmak yok, hasbünâ caddesinde yola devam ediyoruz.
Mehmet Çetin
17.06.2016 Doğanbey Beyşehir Konya