Bidon kapağından arabamız vardı

Avatar photoPosted by

Bidon kapağından arabamız vardı

Hakikaten o zaman zengindik. O öyle bir araba idi ki, alması için babamızdan istemezdik zira onurumuz kavi idi hem de hâlden anlardık.

O arabamızı kullanırken kimseye temenna etmezdik, hele yakıt satanlara asla. İtina ile sürerek, trafik ışıklarına da takılmadan ama ihlâl de etmeden kullanırdık. Hem, arkamızdaki yolcularımızı da sarsmadan.

Kenarda bekleyeni, daha işaret etmeden arabamıza alıp, kalkışımızı da durduğumuz gibi kibarca yapardık. Yan taraftan geçen diğer bir arabanın da hızını kesmeden.

Nedense o zamanlar gerçekten çok mutlu idik, daha yardımsever, sevecen, gönlü zengin.

Aşıklarla oyun oynar, katır (topaç) döndürür, çelik çomak oynar, bilyalarla oynar, tezek yığınlarının arkasına saklanır, dağda Kaleli çocuklarıyla Sarıkayalılarla savaşır, Güneştepe’nin yanından geçerek Deliklikaya Mağarası’nda avladığımız kuşları kızartır, velhâsıl nice huzurlu faaliyetlerle o güzelim günlerimiz geçerdi.

Topal Yaşar

Kız arkadaşlarla çekingen oynardık. Tornetlerle yolda kayar, Topal Yaşar’dan kiralanan bisikletlere biner, dondurmamızı Mahir Emmiden alırdık, çıtır pıtır patlatırdık.

Hele bayramlarımız bir başka idi. Namazdan gelen babamızın elini öpmeyi sabırsızlıkla beklerdik. Aldığımız ilk harçlığı hemen naylon torbaya, onu da cebimize koyardık. İkinci naylonu da şeker için alarak komşuların kapısını döverdik.

Okula gitme heyecanı ve orada hocalarımızı dinleme, eminim şimdikinden daha gerçekçi idi, daha hayatî ve daha engin. Onlar, bildiklerini belletir iken biz de gözümüzü aklımızla beraber dediklerine sarf ederdik.

Ders bitiminde okuldan erken ayrılırdık zira öğlenciler gelecek, hademelerin sobayı hazırlaması, içeriyi paspas etmesi lâzımdı.

Sabah titreyerek okula giderken, öğlen sıcağında kocuklarımızı çıkarır, biraz kartopu oynar, hatta bazılarımız o kocuklarının üstüne oturarak karda kayardı.

Sobanın üstünde ısıtılan yufkanın kokusu daha eve girmeden gelir. Kimimizin eline uzatılan; içine çömlekten yeni çıkmış peynir, kimisine de torpilinden yeşil soğan konulur, düşmeyelim diye anamız dürümün üstünden ilk ısırığı yapar sonra verirdi.

Anamın hazırladığı sefertasını, dükkâna götürürken karakolun önünden geçiyorum. Altmış ihtilâlinin ertesi yıllarıydı, sonrasından hatırladığım kadarıyla. Komiser, bekçileri karakolun önünde dizer, talimatlar verirdi. Az ileride, o saman karışımlı toprak zeminli dükkânımıza girerken öğrendiğimiz gibi kocaman adamların kullandığı selamı verir ve ardından hayırlı işler diliyorduk.

Hakkaten, o zaman işler hayırlı gidiyordu, o, yok yoksulluğun bol olduğu zamanlarda. Evet, çarşı ekmeğini yufkanın arasına katık yapar zevkle yerdik, bu doğru; kuru soğanı kesmeden yumruğumuzla kırar, arasına tuz serper, elimizle ezer öylesine yerdik bu da doğru; sonrasında patlatılan 80’li yıllardaki ihtilâlin ardından gelen ve hâlâ anlamakta zorluk çektiğimiz enflasyon dedikleri şey geldi o güzelim betimiz bereketimiz huzurumuzla beraber küstü gitti, maalesef bu da doğru.

Şimdilerde elimde akıllı telefon, yetmedi yanında tablet, yok hayır o da yetmedi en gelişmiş bilgisayar var. Altımda imkânıma göre son model araba. Cüzdanımızda birkaç bankanın kredi kartları.

Ah bu kartlar; huzurumuzu, birlik ve dirliğimizi, varlığımızı, istikbalimizi, kredi verdik zannettirerek elimizden alan, gözümüze bakarak ruhumuzu hırsızlayan, o sempatik görünümlü, ekran haydutları, sinsî katiller, ailemizi yıkan dizileriyle, kadınımızı kullanan reklamlarıyla bidon kapaklı arabamızı alıp yerine kazaya sebep olanları veren ve en kötüsü de insanımı anası ve babası yanında öksüz ve yetim bırakanlar…

 

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir