Kader Risalesi’nde (26. Söz) “Madem filân adamın ölmesi, filân vakitte mukadderdir; cüz-i ihtiyarıyla tüfek atan adamın ne kabahati var? Atmasaydı, yine ölecekti?” suali ile sebeb-sonuç bağlamında kaderin alâkası işlenir.
İkinci Mebhas’in Altıncı Vechi’nde vesile kılınan bütün sebeblerin hepsine Allah’ın takdirinin aynı anda muttali olduğu, muhit olduğu ve onların bütününe vakıf olduğu işlenir. Böylece İlâhî ilmin haricinde hiçbir şeyin olmayacağı vurgusu yapılır.
Bu konuyu deşmeye çalışan sualler geliyor. Lâkin kader konusunda bildirilen ile bilmek, haddi aşmamak, çok dikkatli olmak gerekir. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak, riskini de hiç unutmamak lâzım. Daha fazla bilgi edineyim, daha iyi izah edeyim vb. araştırmaya dâvet gibi zannedilen düşünceler konusunda ‘hakkı (doğruyu) bulduktan sonra ehak (daha doğru) için ihtilâf çıkarma’ tavsiyesi hatırlanmalıdır.
Bunları unutmamak üzere konuya bir başka pencereden bakalım.
Karşı taraftaki adamın ölmesi için bütün sebebleri, şartları (illet-i tâmmeyi) hazırlayan adam, tüfeği attı, lâkin ölüm (hâsıl-ı bilmasdar) olmadı.
Ne olacak şimdi?
Öldürmeye teşebbüs eden, taammüden cinayete girişiyor, lâkin adam ölmüyor. Bu adama hukuk-u İlâhî ne der?
Dünyevî kanunlar noktasından cinayete teşebbüs edip de ölümün vuku bulmaması durumunda bile ceza söz konusu iken, İlâhî adalet (Adl-ı İlâhî) noktasından karşılıksız bırakılması elbette düşünülmez.
Bunun cezası olarak nerede ve nasıl verileceği mevzusu Allah’a ait bir keyfiyet olmakla beraber biz sadece Âdil sıfatı gereği Rabbimizin, bu hadise ile mutlaka alâkadar olduğu/olacağına inanırız, o kadar.
Suale konu malzemesi olan ögeleri yer değiştirerek ne kadar sorarsak soralım, bunlar içimizdeki Mutezîle saptırmasının, çelmesinin birer desiselerinden öteye gidemez. Bizim inandığımız Rabbimizin, “sebeple, müsebbebe bir taallûku var”dır, sebebe ve sebeb ile beraber oluşanın hepsi ile alâkalıdır, bilir ve hükmeder.
Bu mevzuda, Ehl-i Sünnet itikadının esası olan ve Rabbi birlemek anlamındaki tevhid, temeldir. Yani her şeyin, ama her şeyin yaratılışını bir Rabbe bağlamak, Ehl-i Sünnette esastır.
Sebebin yaratılışını Allah’a, kötü sonucun yaratılışını da Allah’ı koruma (tenzih-i İlâhî) namıyla kula vermek, Ehl-i Sünnetin reddettiği bir görüştür.
Bu konuyu istikamete kavuşturduktan sonra cevabı meçhul olan sualle meşgul olarak sonucumuzu meçhul etmek akıl kârı değildir.
Tüfeği attı ama adam ölmedi suali; ortaya çıkan bu beklenmedik ya da bizce bilinmedik durum ile kaderin bir alâkasının olmayacağına götürecek ise inanç yönünden tehlikeli bir yola giriliyor, akıl noktasından da çıkmaza gidiliyor, demektir.
Adını meçhul dediğimiz ve bilemediğimiz, beklemediğimiz bir durum bile Allah’ın bildiği bir durumdur ve işte o vaziyet her ne ise takdir-i İlâhî odur.
Sebeblerin hazırda bulunması (illet-i tâmme), işin yapılmasını icap ettirseydi, zorunlu kılsaydı, hâşâ o zaman Allah’ın iradesi de buna mahkûm olurdu. Çünkü biz biliyor ve inanıyoruz ki, çoğu zaman kulun istemesi dâhil, bütün sebebler bir araya gelse de Allah’ın bildiği ve dilediği olur.
Allah, en doğruyu bilendir, vesselam.
Mehmet Çetin
17.02.2018 Bostanlı İzmir