Kur’an’da yirmi yedisinde salat (namaz) ile beraber zikredilen zekâtın diğer şartlardan ayrılan bir özelliği olmalı. Hadislerde de ehemmiyetle bahsedilen zekât toplanması, Hz. Ebubekir’in (ra) hilafetinde tesis edilmeye çalışan en belirgin esaslardandır.
Allah’a ve Resulüne iman ve şahadetin ardından namazı ikame etmeyi takiben zekâtın verilmesi daveti çok dikkat çekicidir. İlk mü’minlerde sosyal bilincin işlenmesini hedefleyerek gelen sekiz Mekkî âyette geçen zekât, Hicretin ikinci yılında farz kılınır. Allah’ın emri bir ibadet olan zekâtın, ferdî ve içtimaî unsurları uzun uzun anlatılırken, kimlere verileceği konusunda ise sekiz sınıfa tahsisi de vurgulanır.
Tevbe suresinin 60. Âyetinde sekiz sınıf sıralanır: “Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak 1. fakirler, 2. düşkünler, 3. zekât toplayan memurlar, 4. kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla 5. (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, 6. borçlular, 7. Allah yolunda cihad edenler ve 8. yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Âyetin orijinalinde fisebilillah olarak geçen “Allah yolunda” anlamına gelen bu tabirin; Allah’ın rızasına uygun her nevi hayırlı iş ve hizmetlerde çalışan, şeklinde şümullü ve kuşatıcı bir kapsamı vardır. Çağdaş İslam âlimleri âyette geçen fisebilillah tabirini geniş anlamda müslümanların yararına olan her nevi faaliyet olarak anlamışlardır.
Ahirzamanın ortaya çıkan alâmetlerinden olan imansızlık her alanda yıkımını sürdürürken, Bediüzzaman; bu büyük felakete çare olarak Medresetüzzehra projesi ile imana dâvet eder. Vicdanın ziyası olan dinî ilim ile aklın nuru olan fen ilimlerinin imtizacıyla yapılacak eğitim öğretim müfredatının Türkçe, Kürtçe ve Arapça gibi mahalle hitap eden üç dil üzerinden tedrisatın yapılmasını ilân eder. Böylesi küllî eğitim hareketinin hamiyet ve gayretle ihya edilip zekât, sadaka, nezir, yardım ve bağışlarla mümkün olacağını ifade eden Bediüzzaman, bu manâdaki hizmet, bir dönem sonra bunlara ihtiyaç hissetmeden yoluna artan bir şevkle devam edeceği müjdesini verir.
Fisebilillah manevî cihadın yapıldığı o günkü Medresetüzzehra namı, bugün Risale-i Nur ile Kur’an’a hizmettir. Bediüzzaman’ın, zekât verilecekler sınıfında saydığı Medresetüzzehra, bugün Risale-i Nur Hizmetinin şahs-ı manevîsi olarak anlaşılmaktadır. Bu noktada tereddüde mahal yoktur.
Zekât verileceklerden olan “düşkünler” sınıfı hakkında önemli bir uyarısı vardır.
Fakire ve düşküne; Bakara’nın ilk âyetlerinde sınırları belirtilen zarurî ihtiyacının üzerinde yardım verilmesinden sakınılıp, onların zorunlu olmayan ihtiyaçlarını da zorunlu kabul etmek, yanlıştır. Bu, onları tembelliğe ve israfa iten bir yol olarak karşımıza çıkar.
Çorak toprağa salınan suyun fayda vermeyeceği bilinen bir gerçektir. Gerçekten ihtiyacı olanlara su vermek vaciptir. Zenginin bütçesinden veya mülkiyetinden çıkarak sekiz sınıftan biri olan ve manevî cihadı deruhte eden şahs-ı manevînin bütçesine geçmesi, temlik şartını yerine getirdiği gibi, zekâtın isabetle verilmesi gereken sınıfa işaret eder.
Evet, zekâtınızın mecrası Kur’an hizmetlerini deruhte eden şahs-ı manevî olmalıdır.
Mehmet Çetin
30.05.2017 Bostanlı İzmir
Rafet Kalyoncu Ağabeyimizin yorumu:
s.a.
Aziz ve muhterem Mehmet Bey,
Zekat bahsini çok güzel izah etmişsiniz. Elinize sağlık.
İzninizle bir iki noktayı arz etmek isterim.
Ayette her ne kadar sekiz sınıf sıralanmışsa da bu sekiz sınıfın önem derecesi farklıdır. Zekatta esas olan ayette ilk sırada sayılan; zekatın fakirlere verilmesi, böylece zenginlerle fakirler arasındaki uçurumun önüne geçilerek, sosyal dengenin sağlanmasıdır.
Bunun içindir ki, Risalelerde Kominizme çare olarak zekat gösterilmiştir.
Nitekim daha başlarda, Hz. Ömer, “mu-ellefeti kulûb” sınıfına zekat uygulamasını, ihtiyaç kalmadığı gerekçesi ile kaldırmıştır.
Daha sonraları, İslam devleti başka gelir kaynaklarına kavuşunca, zekatın görevli memurlar eli ile toplanmasından vazgeçilmiş, mükelleflerce doğrudan ihtiyaç sahibi fakirlere verilmesi yoluna gidilmiş, böylece zekat memurları da devre dışı kalmıştır.
Günümüzdeki uygulamalarda, fakirin hakkı olan zekat maalesef asıl maksadı dışında bina v.s. yapımında kullanılmakta ve dini amaçlı da olsa bir takım fiziki yatırımların finans aracı haline dönüşmektedir.
Medresetüzzehra bahsinde gelir kaynakları arasında zikredilmesi ise herhalde orada tahsil görecek fakir talebeler için olsa gerek.
Yoksa onu delil göstererek, hizmet amaçlı da olsa, gazete vs. yayın organının finans kaynağı olarak zekat talep edilmesi uygun olmaz diye düşünürüm.
Esasen günümüzde çoğu dini hizipler, bu zekat toplama işini istismar etmekte, fakirin hakkını gasb etmekte, açıkçası ayetin şumulüne girmeyen işler için kullanmaktadırlar.
Bu arada yazınızda geçen “…yapılacak eğitim öğretim müfredatının Türkçe, Kürtçe ve Arapça gibi mahalle hitap eden üç dil üzerinden tedrisatın yapılmasını ilân eder.” hükmünün herhalde gözden geçirilmesi gerekir.
Çünkü Medresetüzzehra’da üç farklı dilde eğitim önerilmiyor. Oradaki ifadeden, eğitim dilinin Arapça (vacip-zorunlu) olacağı, Türkçe’nin (lazım- gerekli) (devletin resmi resmi dili olduğu için) herkese öğretilmesi gerektiği, Kürtçenin de (caiz-serbest, yani seçmeli ders gibi) isteyene öğretilmesi anlaşılmaktadır.
Sizler eğitimci olarak daha iyi bilirsiniz: malumunuz, o medresenin gayelerinden biri de farklı unsurlar arasındaki iftirakın önüne geçilmesi, ittihadın sağlanmasıdır.
Üç ayrı dilde eğitim olur ise bu gaye tahakkuk edemez. Zaten teknik olarak da üç dilde eğitim mümkün değildir.
Bu hususta geçmişte gazetede de müstear isimle yayımlanmış olan yazımızı tetkiklerinize sunar, bu vesile ile hayırlı ramazanlar dilerim.
Selam ve muhabbetle
R.Kalyoncu
https://rkalyoncu.blogspot.com.tr/2014/10/medresetuz-zehra-egitim-modeli.html