Na’büdü Mütalâaları-27
Kur’an’ın en mühim ayetlerinden olan Tahrim 8 de “Ey iman edenler! Allah’a tam bir ihlâsla tövbe edin. Umulur ki Allâh günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan Cennetlere koyar. O gün Allâh’ın peygamberi ve beraberindeki mü’minleri utandırmayacağı gündür. O gün onların nuru önlerinden ve sağlarından koşarak Cennete yol gösterirken onlar da ‘Ey Rabbimiz, Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla. Muhakkak ki Senin her şeye gücün yeter.” şeklinde muazzam müjdeler var.
Öncesi ayetle fevkalade korkutan bu ayet ile fevkalade sevindiren Rabbimiz bizi Tövbe-i Nasuh’a davet etmektedir. Tövbe-i Nasuh, nasihatkâr tövbe. Öyle bir tövbe yapılmalı ki günah artık işlenmeye. Hem öyle bir tövbe olmalı ki başkalarına ders olsun, başkaları ders alsın. Akan sütün gerisin geriye memeye akmayacağı kesinlikte bir tövbe.
Nurumuzun tamamlanması talebi gayet dikkat çekici. Zira bu dua, nun zamiri ile yapılıp “Rabbimiz” şeklinde hepimiz adına ifade edilmektedir.
İbn Abbas (ra) şöyle der: “Onlar bu sözü, münafıkların nuru söndürüldüğünde korktuklarından ötürü diyecekler.” Hasan el-Basri (ra) de, Allâh onların nurunu tamamlamıştır. Ancak onlar huzura daha fazla yaklaşmak için böyle dua ederler. Tıpkı, bütün günahları bağışlanmış olan Resul-i Ekrem’e (asm) Rabbimizin “ Günahına istiğfar et”[1] ayetinde olduğu gibi. Keşşaf’da; Nur insanın ameline göre verilecek. Cennete varan yarışta kullar nurlarının artırılmasını, tamamlanmasını ister, der.[2]
Birinci Şua’nın On Dokuzuncu Ayetinde zikredilen bu ayet genel manalarındaki tabakalarından işarî bir tabakası ile bu asra baktığını ifade eden Bediüzzaman, “ Ey Rabbimiz, Nurumuzu tamamla” ile mana noktasından kuvvetli bir münasebetinin olduğunu söyler.
Ayetlerin küllî manaları ile beraber bazı hususi ve cüz’i manaları şahıslara da bakabilir, denilebilir. Bunlarda manevi münasebet bulunabilir. İşari manalar çıkarılabilir.
Zira her bir ayetin mana mertebelerinde bir zahiri, bir batını, bir haddi, bir başlangıcı vardır. Bu dört tabakadan her birinin de fürüatı, işaratı, dal ve budakları vardır.[3]
İşte Üstad bu işari manalara dayanarak Tahrim/8 ayetinden ebced cifir hesabı ile 1326 (1908) yılını çıkararak o tarihteki Hürriyet İnkılâbından (1908) doğan her şeyi sarsan fırtınalar ve harplerin karanlığından kurtulmak için nur arayan mü’minler içinde Risâle-i Nur Talebeleri az bir zaman sonra tezahür ettiler. Dolayısıyla “ Ey Rabbimiz, Nurumuzu tamamla” ile yapılan dua bir manada cevabını alarak ayet tasdik edilmiş oldu.
Ayetin muhtevasındaki “vağfirlenâ”da bulunan “bizi bağışla” manası ile yani nâ’büdü (biz) ile bu dua 1360 (1944) ya da 1362 (1946) yılına bakıyor. Bu yıldan beş altı yıl sonrası istiğfar devresidir. Nur Talebeleri o zamanda istiğfar dersini vereceğine işareten bir imadır. Bu tarihteki olaylara ilişkin yorum yazımızın konusu olmadığından girmiyoruz.
Bu ayeti destek ve tefsir eden ayetler var: “Muhakkak ki Allâh, kâfirlerin şerrini iman edenlerden uzaklaştırır.”[4], “ Onların nuru önlerinde ve sağ taraflarında koşar.”[5], “Allâh onlar üzerinde koruyucudur.”[6], ve nihayet “Onlara müjdeler olsun.”[7], gibi ayetlerden o müjde anlaşılıyor.
Çok istiğfara davetle nurun tamamlanacağı ısrarla vurgulanır.[8] Esasen “Risâle-i Nur noksan kalmasın.” tembihi yapılır.
Otuz Birici Sözün sonunda dua olarak geçen Tahrim/8. Ayeti muhtevasındaki nun (biz) zamiri ile her birimize sorumluluk yüklemektedir. Her zamanın bir hükmü vardır. İstiğfar devresi çeşitli dönemlerde olduğu gibi yapılan günahın arkasından olması gerektiğini de işaret eder. İnananlar olarak, cemaat olarak muhtemel hataların öncesi ve sonrası devreleri niçin istiğfar devresi olmasın?
Hala hatanın yapılıyor olabilirliği ve bunun için istiğfarın olması şuurunun ihyası temennisiyle…
Mehmet Çetin
12.12.2012.Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir
[1] Muhammed, 19
[2] Razi, T. Kebir, 21/562
[3] Nursi, Şualar, sh. 1091
[4] Hac 38
[5] Hadid 12, Tahrim8
[6] Şura 6
[7] Ra’d 29
[8] Nursi, Şualar, sh. 484