Bu yazı bir itiraf ve nedamettir.
Ne zaman namaza dursam, gayet arzulu bir şevkle başlarım Fatiha’ya.
Hamdim, muazzam bir sığınağımdır. Evet “elhamdülillah” derken fevkalade rahatlıyor, yükümü teslim ediyorum. Mahlukatın kendi dilleri ile yaptıkları tahiyyatlarını kainatın vekili sıfatıyla bana tevdi edilen emaneti takdim etme vazifemi, hamd ederek Rabbime arz etmek cidden rahatlatıyor.
Vekaleten masiva namına, alemin Rabbine sıfat ve esmasının azamlarından “Rahman, Rahim ve Malik” Esma-i Hüsna’sını, huzura girmeye sertaç ediyorum. Dünyada Rahmaniyet, ahirette de Rahimiyetinin azam derecede tecelli ettiğini ve edeceğini, müfessirlerin dilinden anlıyorum. O halde, ahiretinde Malik’i, Rahman ve Rahim olan Rabbime ibadetimi takdime başlayabilirim.
Evvelen ibadetimi sadece O’na yaptığımı “iyyakena’büdü” ile ifade ediyorum. Bu ifadem ise, iç dünyamda çalkantılara sebep olmakta. Kendime sorularım, daha doğrusu samimiyetimi muhasebe eden hesaplaşmam başlar. Âdeta yalancılık ve riyakârlığa varan suçlamalarım sarsıyor beni.
İşimin görülmesi ve bitmesi için, birinci sıraya aldığım amir ve patronlar. Dünyevî temsilcilerinin olduğu yerde itaat ettiğim, olmadığı yerde etmediğim kanunlar. Bırakın dışarıyı; evimde eşim ya da evladlarım ile olan mes’eleler ile alakalı en küçük tercihte birinci sıraya kimi aldığım konular. “Şu işimi de göreyim de ondan sonra kılarım…” bahaneleri ile salladığım, ihmal ettiğim ibadetler.
Sıralayarak pek fazlasıyla çoğaltabileceğim bu muhasebeler ile en ziyade beni korkutan, “Ancak Sana ibadet ederiz.”şeklindeki sözümün bunca riyakârane hallerim sebebiyle tartışılabileceği ortada iken bir diğer fevkalade dehşete düştüğüm nokta ile karşı karşıya geliyorum.
İşte, “ve iyyake nestain” benim aşamadığım noktam olarak her namazımda karşımda durmakta. Dilim tutuluyor, kekeliyorum; “Ancak Senden isteriz.” ifademi söylemeye çalışırken.
Kendime göre kurtuluş gördüğüm plânlarım; bitirdiğimde, sahiplendiğimde getireceğini zannettiğim rahatlamalarım; eşim, işim, evladım dediklerimin üzerindeki tesirlerim ve üzerimdeki tesirleri; yaptığım ibadetlerimin, nefsimin su-i tesiriyle ucub imtihanıyla ahireti de garantilerim vehmi; nihayet işte bütün bunlardan hasıl olan sualler deruni olarak durduğum yere bağlıyor, ifadem ilerleyememekte.
“Ancak Senden isteriz.”derken, O’ndan; esasında istemekle beraber, adeta Rab yerine koyduğum, sebeplerin esas sahibi olmadığını bilmeme rağmen; hakiki sahibini unutup kurtarıcı sebep diye bağlandığım sebepler beynimde uçuşuyor bu cümleyi söylerken.
Bu cümleyi huzurla, teslimiyetle ifade etmem gerektiğini, kalbim söylemekte. Kalbimin doğruyu söylediğini biliyorum. Aklım başıma geliyor, ağlamak istiyor, nedametlerimle yalvarmak istiyorum. Acz ve fakrımın nihayetsiz olduğunu anlıyorum. Aşamadığım bu noktayı aşmanın sırrının acz ve fakrımın idraki olduğunu, kuyuya düşen kardeş “ Senin bahtına düştüm. Sana dehalet ediyorum.” derken bana işaret ediyor.
Tevhidi birlemem, Rabbi tevhid etmem; “Lâ ilahe illallah” a samimi olarak iman etmem gerek. “Vahdehu”yu ancak “lâ şerike leh” ile ikame edebilirim. Namaza girişte getirdiğim iftitah tekbirini (Allahuekber’i) getirirken O’nun en büyük olduğunu, O’ndan başkalarını rab edinmediğim zaman, sözüm yerine gelir, ifadem manasını bulur. Bunun devamı ancak tatbikatım ile sözümün tutması iledir.
O halde “ve iyyake nestain” bu manalar ile takviye edilmeli. Böylece aşılmaz olan nokta aşılmaya yön tutar, inşaallah. Bu nokta aşılmalı ki hayatımın devamında hidayet ve istikameti isteyebilmeliyim. Nimet vererek istikametlendirdiği, dalâletten muhafaza ettiği salih kulları zümresine dahil olmayı dua etmeliyim. Böylece yukarıdan itibaren yaptığım bu muazzam duama amin diyebilmeliyim.
Benim duama siz de amin der misiniz?
Mehmet Çetin
28.08.2011-Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir