Hayatın içerisinde günlük işlerle meşguliyet zaman zaman asıl vazifenin unutulmasına sebep olmakta. Ne kadar haklı mazeret de olsa, gerekçe de olsa, asla asıl vazifenin değil iptaline ertelenmesine bile haklılık kazandırmaz kazandırmamalı da.
Hayatın bütünü, yaşadığımız hallerin hepsi nihayetinde bulunduğumuz imtihanın farklı farklı kısımları ve sahneleridir. Her sahne imtihanın son kısmıdır. Zira şimdiki zaman ile imtihan olmaktayız. Mazi zaten geçti, gelecek zaman ise henüz gelmedi ve zaten bizim irademiz haricindedir. O halde şimdiki zaman ve hatta an, kesinlikle imtihanımızın son anı olarak bilmeli, tekrarı olmayacak olan sınavdaki talebe hassasiyet ve ciddiyeti ile işimize dikkat etmeliyiz.
Dikkatle hayata devam ederken dünyevî ihtiyaçlar, evlâd ve eş zaman zaman imtihanımızın zorlaşmasına vesile olmakta. Sorulan zor sorunun çeldirili, yanıltıcılı cevapları gibi hata yapabilmeye sebep olmaktalar.
Yanıltıcıların bir kısmı dışarıda olduğu gibi esas tehlikeli olanı içeridedir. Nefis bunların en büyüğü ve en tehlikeli olanıdır. İçimizden yani nefsimizden üretilen güya ciddi bir gerekçe ile her an farkında olarak-olmayarak hata yapıp asıl vazifemizden sapma durumunda kalabiliyoruz.
Gemide dümencilik vazifesinde bulunan adamın hangi haklı mazereti olabilir dümenciliği bırakmaya? Acaba dile getirmeye çalıştığı gerekçeleri, geminin batmasına haklılık kazandırabilir mi? O adamın dümencilik vazifesi, hayatının vazifesi değil mi idi?
İşte biz de; “ sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz.” [1]
Hademeyiz, ama kime? Ümmet-i Muhammed’e (asm). Yani o geminin içerisinde elbette yolcuyuz, elbette ümmete dahiliz ama asıl işimiz hademeliktir. O halde bu vazifenin ertelenmesine hiçbir sebep haklılık kazanamaz. Kendimize ait, ailemize ait işlerimizi bu vazifenin her an var mevcud olduğunu, ailemize yönelik işlerimizin yapılmasında da aksatılmamasına azami dikkat göstermemiz gerekir. Kendimizi, tevcih ettiğimiz gibi arkadaş ve kardeşlerimizi de bu istikamette teşvik etmek gerekir. Bu başlı başına hizmettir.
Beyşehir’e sohbete gittiğimde Ömer Has, emekli müftü Yusuf Görmez hoca ile olan bir hatırasından bahsetti. Yusuf hoca kendisine; “Kardeşim, sen kendini Beyşehir’de bir ve tek kalmış Nur Talebesi görerek hizmete ait her şeyi omuzlayacak bütün işler bana bakıyor ve ben hizmetkârım düşünce ve niyetiyle hareket edeceksin…”
Elhak doğrudur, Yusuf hocamın dedikleri. Bu satırlarda kendisine teşekkür ederim, zira bu hakikatlarin yeniden hatırlanmasına vesile oldu.
Ümmetin rahatı, selameti bizden sorulur. Biz hizmetkârız. Ümmetin rahatını kendimizde tatbikine mezun değiliz. Biz rahata değil hizmete talibiz. Biraz kenarda emekliliğimi yaşayayım, bizim işimiz olmamalı. Emekliliğimizi, tatilimizi hizmete vesile edip, bulunduğumuz yerde ümmetin imanının ihyasına, selametine vasıta yapmalıyız.
Hidayete erenlerin hatıralarının derinlerinde tatilde iken tanıştıklarını hatırlıyoruz. Belki de tatil bu hizmet için ayrı fırsat. Öncesinden karşılaşmadığımız insanlara burada ulaşıp hizmetimizi yapmalıyız.
Hizmetin büyüğüne küçüğüne bakmayıp her şekli bir vasıta olmasına çalışmalıyız. Allah’ın rızasının nerede olduğunu bilemediğimiz gibi hidayete neyin vesile olacağını da bilemeyiz. O halde durmak, duraklamak yok, hizmete devam.
Hizmet, ehl-i hizmetin şiârıdır, vesselam.
Mehmet Çetin
26.07.2011- Doğanbey-Beyşehir-Konya
[1] Lem’alar sh. 392.