Cahiliye döneminden tevarüs ederek ve İslâmiyet sonrasında da kabul gören Hilf’ul Fudul, haksızlığa ve zulme karşı oluşan sivil toplum hareketidir.
Süregelen Ficâr Savaşları’nın 580’li yıllarında Zübeyd Kabilesi’ne mensup bir tüccarın malını satın aldığı halde bedelini ödemeyerek haksızlık yapan Sehm Kabilesinden Âs b. Vâil’in haksızlığını âleme duyurmak için Ebu Kubeys Tepesi’nden şiire dökerek haykırmasıyla başlar. Bu imdada devrin nüfuzlu ve aklıselim insanları duyarsız kalmayıp yemin ederek bir birlik kurarlar. Bu antlaşma, daha önceki zamanlarda aynı maksatla Cürhüm ve Katura kabilesinde Fadl ve Hidayl adlı bir kaç kişinin yaptıkları andlaşmaya çok benzediği için onların adına izafe edilerek “Fadl’ların/Faziletlilerin Andlaşması” anlamındaki “Hilfu’l Fudul” olarak adlandırılmıştır. Henüz risalet vazifesi gelmeyen Resul-i Ekrem Efendimiz (asm), döneminde yeniden kurulan bu birliğin yeminine genç yaşında iken iştirak etmiş ve ilerleyen yıllarında “Ben, ona İslâmiyet devrinde bile çağrılsam, icabet ederdim.” sözüyle zulüm karşısındaki kararlılığını teyid eder.
Yeminin sözleri şöyle: “Vallahi, bundan böyle Mekke’de yerli olsun yabancı olsun zulme uğramış hiç kimse bırakmayacağız! Zulme meydan vermeyeceğiz! Mazlûmlar, zalimlerden haklarını alıncaya kadar mazlûmlarla birlikte hareket edeceğiz! Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalıncaya, Hira ve Sebir Dağı yerlerinden silinip gidinceye, Kâbe’yi istilâm ibadeti ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz!”
Pek çok âyet ve hadislerde zikredilen ve mealen; hayra çağıran, kötülüğü men eden bir topluluğun bulunması, hiçbir günahkâra, başkasının günahı yüklenmeyeceği, ne zulmediniz ve ne de zulme uğrayınız, haksızlık ve zulüm karşısında susanın dilsiz şeytan olacağı, vb. hükümlerinde âdeta saklı bulunan Hilf’ul Fudul’un günümüze yansıması çoğu zaman iç acıtıcı olmaktadır. Asayişi ihlâl eden, istibdadı değişik câzip isim ve gerekçelerle sunan, dini siyasete ve siyaseti dinsizliğe âlet eden anlayış zulümlü bir anlayıştır. Bu anlayışa karşılık olarak farklı dünya görüşlerine sahip erdemli insanların sivil tepkisidir, faziletliler sözleşmesi.
Makamları karıştırmamak gerekir. Müslüman, zalimden yana değil, mazlûmdan yana tavrını koyar ve koymalıdır. Bunun için hangi davranışın zulüm olduğunu iyi ayırmak gerekecek. Zulmü engellemek noktasından ortak tavırda müslim, gayr-ı müslim fark etmeyerek konulmalıdır. İnsanın insanca yaşaması için olmazsa olmaz olan yaşama, mal-mülk edinme, eğitim, fikir, vicdan ve din hürriyeti vb. haklardan mahrum bırakılarak mazlûm durumuna düşürülen herkese, ama herkese yardım etmek ve bu görevleri ifa edecek kurumlar kurmak her insanın vazifesidir. Sulh-u umumiyi temin konusunda Bediüzzaman’ın ilk döneminden itibaren hizmetleri müsbet hareket adına yeniden hatırlanmalı. O, nifakın, zulmün ve ihtilafın karşısında; asayişin, adaletin, meşveretin, ittifakın ve uhuvvetin yanındadır.
Zulme uğranıldığında hak aranması, zulüm ve haksızlık yapılarak aranmayıp, meşru ve hukukî olup, sabırla tevekkül edilmelidir. Adaletin, zulüm ile tecellisinin, kaderin bir cilvesi olduğunu unutmayıp, kadere bu zulümlü adaletin tecellisine hangi hataların fetva verdirdiği düşünülmeli. Haklı iken haksız duruma düşmek hata olduğu gibi, idarecilerin de hak ve adaletin dağıtım ve uygulanmasında hem dikkatli ve hem de sorumlu oldukları göz ardı edilmemelidir.
Mehmet Çetin
10.04.2017 Batıkent Ankara
Allah râzı olsun. Yerinde bir yazı olmuş.. Elinize, gönlünüze sağlık.