Derin sızı, İstanbul Sözleşmesi

Avatar photoPosted by

Şeyh Edebali’nin konu edildiği filmdeki bir sözü çok dikkatimizi çekmişti. Fethedilen bir tekfur kalesine girerken ölmüş tekfurları görünce mahzun çehresini gören bir müridi, üzüntüsünün sebebini sorar. O da; “Sen onları ölmüş kefere görürsün ama biz baktığımızda irşad edemediğimiz bahtsızlar görürüz, onun için üzülürüz.”, demesi, İstanbul Sözleşmesi harmanı içerine sokularak sözüm ona “cinsel eğilimlerinin tescil edilerek cinsel kimlik” verilmesinde dahli olanlar, mümkün olsa idi irşad edilebilse idi diyeceğiz lâkin yapılan uyarıları görünce duygularımız dumura uğruyor, buna rağmen bu hata nasıl yapıldı, demekten kendimizi alamıyoruz.

Batı kaynaklı bu sözleşmenin bugünlere gelmesi serencamından anlaşılıyor ki o topraklarda da ziyadesiyle sıkıntılara sebep olmuş ve bir türlü baş edilemeyen ahlaksızlığın ve had bilmezliğin çukurunda fuhuş bulunmaktadır.

Tevrat ve İncil’de fuhuş yasaklanmıştır. Zamanla azgınlaşan insanların bu sapıklıkları karşısında yetersiz kalan Hıristiyanlık, fuhşu “gerekli kötülük” olarak tanır ve iki büyük teolog Aziz Augustinus ve Aquinolu Thomas, insanlarını sakındırmak için bu konu üzerinde durur. Anlaşılan, Batıda fuhşu yasaklayan hiçbir kanun, neredeyse işlememiş, baş edememiş ve o toplumun bu cinsel yöneliminin zaman zaman adı değişse de aynı sapıklık devam edegelmiş. Şehveti, neslin devamına dinamik bir muharrik olarak değil de hayatının merkezine alan anlayış, bir kadın ile yetinmeyerek fahişehaneleri kabul etmeye mecbur kaldı.

Batı; üstesinden gelemediği bu sapkınlığa, ikinci Avrupa yüzü ile bu sözleşmede yer verirken, birinci Avrupa yüzü ile de cinsiyetleri su-i istimal edilen kadını bu nevi mağduriyetine tedbirler alıyor. O sebeble İstanbul Sözleşmesi, müsbet ve menfi Avrupa cephesiyle tahlil edilmelidir.

Birinci Avrupa: Hıristiyanlık dininin özünden aldığı feyz ile cemiyet hayatına faydalı fen, san’at, adalet ve hakkaniyet vasıflarıyla hizmet eden Avrupa.

İkinci Avrupa: Allah’ı inkâr eden hukuk ve ahlâk anlayışını hayat felsefesi olarak yaşayan ve yaşanılmasına bütün kuvvetiyle zorlayan bir Avrupa’dır. Bu anlayışıyla meş’um medeniyetinin günah ve sapkınlıklarını güzel sanat ve gereklilik zannederek, beşeri sefahet, sefalet ve dalâlete sevk eden, bozulmuş ikinci Avrupa!

Birincisine beşeriyet ve genel anlamda müsbet, ikincisine menfi diyebiliriz. Avrupa Birliği’nin içinde çarpışan bu iki ruh, sürekli mücadele halindedirler.

Batıda, Tanzimat devrinde ve akabinde özellikle Fransa’da aydınlananlar (!) yurda zulmetle döndüler. Ömer Hayyam’ın dünyayı beş paraya saymayan şiirleri ile işret ederek, evlere yaydıkları gayr-ı ahlâkî alışkanlıkları ile cemiyeti zehirlediler. Birinci Cihan Harbinin getirdiği bunalım, ahlâkî çöküşleri de beraberinde getirdi. Avrupa’nın şer tarafını temsilen İngiliz ahlâksızlığı, İstanbul’u Sodom ve Gomore çukuruna çevirdi, âdeta. Altmışlı yıllar sonrasında Avrupa’ya çalışmaya giden işçilerimizden iradesine sahip olamayanlar, orada buldukları özgür ortamda namus, kimlik ve kişiliklerini muhafaza edemediler. Şimdi, bırakın bayramları, en küçük bir tatilde bile aile, eş dost ziyaretlerine değil de yıldızı çok olan otellere, eğlencesi bol olan AVM’lere gidilir oldu. Bu gidişat bizdeki bazı değerlerimizi de beraberinde götürdü! Yaşanılan son onlu-yirmili yıllarda ekonomik varlık ve değerler yükselirken, ahlâkî değerlerin yeniden düştüğü bir zeminde, cinsel yönelimi yaygınlaştırarak toplumsal cinsiyet ile onlara kimlik tanıyıp, meşrulaştırıp ve yasalaştırarak temel yapı olan aile çekirdeğinin ifsat edilmemesine azami dikkat etmek gerekir.

Ahlâk ifsad edildi

Zihinlerin iğdiş edilmesi kalb ve vicdanın fesadı ile toplumun ahlâkî erozyonunun olmasında dizi filmleri çok etkili oldu. Önceleri ithal televizyon programlarıyla ama sonraları buna da gerek olmadan direk yerli imalat olanları ile roman, festival, turistik gezi, gayr-ı ahlâkî hayatı özendirici ve masum isim ve kelimelerin kullanıldığı sözüm ona yarışma programları ile devam etti. Son devirde yerli yabancı filmlerde yer alan ve hayatın bir parçası imiş gibi meşruiyeti tescil edilircesine eşcinsellerin yer alması, esasında bütün insanlığın felaketinin habercisidir. Bazı Avrupa ülkelerinde eşcinsellerin, ateistlerden daha fazla olması ve onlara verilen medenî haklar, sağduyu sahibi olanları kara kara düşünürken baş edemedikleri bu felaket karşısında tavizlere devam ettiler.

Birkaç noktası ile girdiğimiz sözleşmenin hazırlanması nasıl oldu?

Mecliste, 24 Kasım 2011’de oylanarak kabul edilen Sözleşme, 8 Mart 2012 tarihinde Resmi Gazete ’de yayınlandı. Ancak, 4. Maddenin 3. Bendindeki “cinsel tercih” kelimesinin Resmi Gazete ’de “cinsel yönelim” olarak değiştirilmesi de[1] doğrusu zihinleri karıştırdı. Ve en acı olanı da bu sinsî plâna sapı bizden olan baltaların gönüllü gayretleriyle yapılması kafaları iyice karıştırdı.

İstanbul Sözleşmesini kim hazırladı?

“Sputnik Türkiye radyosunun “Fotoğrafın Tamamı” programına konuk olan ünlü feminist Hülya Gülbahar, İstanbul Sözleşmesinin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in önderliğinde, Ak Partili Nursuna Memecean’ın da içinde bulunduğu bir heyet tarafından kaleme alındığını açıkladı.”[2] Fatma Şahin 18 Ağustos 2011’de bir TV programında, “Özgürlük ve eşitlik herkes için olacak ise cinsel yönelim ayrıcalığı ortadan kaldırılmalı ve temel insan haklarından olan eşcinsel hakları tanınmalı” der.[3]

Yaşanan serencam çok ibretlidir.

Terimlerle getirilen karmaşa

Aile kavramı “ev” olarak değiştirildi. Eş yerine “partner” getirilerek nikâhsız beraberliğe yasal hak sağlandı. Fıtrî cinsiyet yerine ise her nev’i sapıklığa “cinsel yönelim” adı altında ayrıcalıklı koruma altına alındı. “toplumsal cinsiyet”,  sözleşmeye taraf ülkelere dayatılarak kadına şiddeti önleme paketi ile derin kaos oluşturuldu. Kadına şiddet menfî neşriyat ile alevlendirildi, kimisi de şiddete bunlarla tahrik oldu, kötü örnek aldı, kötü örnek oldu. Boşanmalar, intiharlar yaygınlaştı. Kadının beyanı esas alınırken uygulamadaki istismarlar mağduriyetin artmasına vesile oldu.

Toplumsal cinsiyetten toplumsal cinnet zuhur etti. Onuruna düşkün erkeğimizin, bir anlık öfke patlaması ile el kaldırdığı hanımının şikâyetiyle mahkeme kararı vesilesiyle evine uğrayamamayı hazmedemeyip sonunda işlenen cinayet ve ardından intiharla yıkılan yuvalar, kara kara düşündürür oldu. Boşanma, en son düşünülmesi gerekirken, ilk akla gelen çözüm olmaya başlamıştır.

Siyasîlerin tepkisizliği acıtıcı

İstanbul Sözleşmesi kapsamında milletin güven duymadığı siyasîler eliyle değil de muhafazakâr ve güven duyulan kadrolar eliyle bünyeye sokulması cidden çok acıtıcıdır. Ve bunu da onların eliyle kolayca yapabiliyorlar. Mevcut partilerden Demokrat Parti’nin “Parti Programı”nda bulunan 2. Bölüm Temel Hak ve Hukuk Anlayışımız kısmındaki tashihe muhtaç ifade, tedaviye muhtaç bir acıdır.

Eğrisi- doğrusu adına

İstanbul Sözleşmesi’nde; dini, dili, ırkı, mesleği, cinsiyeti, yaşı ve bulunduğu mekân ayırt edilmeksizin şiddet mağduru bütün insanların haklarının savunulması ve yaptırımlarla şiddetin her şeklinin engellenmesi noktasından değerlendirildiğinde olumlu bir yaklaşım ortaya çıkar. Hakikaten; kadın, çocuk ve mağduriyete uğrayanın öncelenmiş olması takdir edilecek bir duruştur.

İstanbul sözleşmesi kadına şiddeti kesecek demek, ya da kadına şiddetin neticesi olarak İstanbul sözleşmesini görmek, kolaycılık olur. Toplumda süregelen sosyolojik değişiklikleri görmezden gelerek bir antlaşmayı, yaşanan şiddetlerin tek sebebi olarak da göstermek mantıklı değil. Bir de şöyle soralım: Bu sözleşme iptal edilirse bahsedilen problemler bitecek mi?

Şiddet, kadına erkeğe hangi cepheye, hangi yöne giderse gitsin bir insanlık ayıbıdır.

İstanbul Sözleşmesi metni İngilizce hazırlanmıştır. Tercüme farklılığından faydalanılarak kötü yönlerinin geçiş için yumuşatılarak tercümesinin yapılması ihtimali var. Bir diğer yönü ise metindeki iyi tarafların tercüme hatasıyla tam anlaşılmasına engel olmaktadır.

Toplumdaki tarafgirliğin böylesine uygulanmasına sebep olanları nedamete, hatadan dönmeye dâvet ediyoruz. Yol çok uzamadan, belâlar çoğalmadan, desti kırılmadan. İstanbul Sözleşmesi yeniden ele alınarak kendi yapımıza, gelenek göreneğimize ve değer ölçülerimize münasip şekilde kadın hakları, kadına şiddet, gayr-ı ahlâkî hayat tarzları, yönelimler ciddiyetle değerlendirilip, tedbirleri alınmalıdır. Doğrudan kamuyu ilgilendiren fevkalâde mühim olan bu mevzu, politik gailelerden uzak ve yüce tutularak halkın kendisine danışılıp, sorularak hareket edilmelidir. Kadın, aslî hüviyetine kavuşturulmalıdır.

Çare, teşhiste saklıdır.

Bediüzzaman, ilk Meclis’e dâvet edildiğinde verdiği beyanatında; yapılan inkılâbların bünyeye yara açmaması için atılan temel taşlarının sağlam olması gerektiğine işaret eder.      Üstadın, Mecliste dağıttığı beyanatındaki şu ikazı ibretlidir: “Hasmınız ve İslâmiyet düşmanı olan Frenkler, dindeki lakaytlığınızdan pek fazla istifade ettiler ve ediyorlar. Hatta diyebilirim ki, hasmınız kadar İslâm’a zarar veren, dinde ihmalinizden istifade eden insanlardır. Maslahat-ı İslâmiye ve selâmet-i millet namına, bu ihmali a’mâle (uygulamaya, iş yapmaya) tebdil etmeniz gerektir.”[4]

Bu husus hakkında, Eskişehir Mahkemesindeki müdafaasında (1935) Bediüzzaman’ın şu cümleleri çok dikkat çekicidir:

“Ben, hükûmet-i Cumhuriyeyi, ilcaat-ı zamana göre bir kısım kanun-u medenîyi kabul etmiş ve vatan ve millete zarar veren dinsizlik cereyanlarına meydan vermeyen bir hükûmet-i İslâmiye biliyorum.”[5], diye mevcut hükûmeti ikaz eder. Ve İslâmî düsturlara göre düzenlemelerin yapılmasını çözüm olarak gösterir.

Bediüzzaman’ın “Eyvah”ları İstanbul Sözleşmesini sarsacak!

İstanbul Sözleşmesi mütalâalarımızın sonunda, yukarıda mealen aktardığımız çareleri tavsiye eden Bediüzzaman’ın tesbit ve duasıyla bitirelim:

“ ‘Eyvah!’ dedim.  ‘İnsanın, hususan Müslümanın sığınağı ve bir nevi cenneti ve küçük bir dünyası aile hayatıdır. Bu da mı bozulmaya başlamış?’  dedim. Sebebini aradım. Bildim ki, nasıl İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesine ve dolayısıyla din-i İslâm’a zarar vermek için, gençleri yoldan çıkarmak ve gençlik hevesatıyla sefahete sevk etmek için bir iki komite çalışıyormuş. Aynen öyle de, biçare nisâ (kadın) taifesinin gafil kısmını dahi yanlış yollara sevk etmek için bir iki komitenin tesirli bir surette perde altında çalıştığını hissettim. Ve bildim ki, bu millet-i İslâm’a bir dehşetli darbe, o cihetten geliyor. Ben de siz hemşirelerime ve gençleriniz olan mânevî evlâtlarıma kat’iyen beyan ediyorum ki: … Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! Allah, bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin. Âmin.” [6]

Bizim kadınımız, Allah’ın izniyle imanından aldığı kuvvetle, mazimizdeki kahramanlığı ve kudsî gayretiyle bu gibi sözleşme kaplı, ifsad tuzaklarını bozacaktır, inşaallah.

Mehmet Çetin

27 Haziran 2020 Yeni Foça İzmir

 

[1] https://www.milligazete.com.tr/makale/3387324/mucahit-gultekin/istanbul-sozlesmesi-tbmmdennasil-gecti

[2] https://tr.sputniknews.com/fotografin_tamami/201912071040790356-istanbul-sozlesmesi-dunyaya-bizim-armaganimiz/; https://yazarumit.com/istanbul-sozlesmesi-yuzde-yuz-yerli-mali-cikti/

[3] https://www.haberturk.com/gundem/haber/671475-escinsellere-davet-jesti; https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/398586

[4] Mesnevî-i Nuriye (2017), s. 113

[5] Tarihçe-i Hayat (2017), s. 267

[6] Bediüzzaman Said Nursi,  Lem’alar (2017), s. 322, 324

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir