Her yörenin kendine mahsus deyim ve ifade şekilleri vardır. Mazilerindeki bütün tecrübelerini, kültürünü mahallî ağızlarıyla yansıtır ve taşır. İşte bunlardan bazılarına değinelim de bir hatıra kalsın arşivimizde.
Zamanın “behrinde” Anadolu’da çift kalesi olan yere “Koçhisar” derlermiş. Diğer taraftan bir rivayete göre yörede yaşayan “Şerefli” oymağından ünvanını alan memleketimin ismi Şereflikoçhisar olmuş. Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerinin 1541yılında Şereflikoçhisar doğumlu olduğunu da unutmadan teberrüken not edelim.
Osmanlı, Selçuklu ve Hititlere kadar mazisi olan memleketim Gossar’ın (Koçhisar) eski ismiyle andığım Panlı’ya (Ağaçören) gidiyoruz, ailemle beraber, rahmetli babam ve annem de var. Panlı’nın içerisinden geçerken yaşlı bir amcamız elindeki bastonuyla durmamızı işaret etti. Sağ tarafta oturan babamın camını indirdiğimde amcamız: “Epiyce misiniz?” deyince halinden anlayan babam “Şükür, epiyceyiz.” dedi ve ardından amcamız “hadi uğurlar ola.” diye uğurlarken ben de gaza bastım.
Anadolu’nun yarenlikleri meşhurdur. Bir seçim döneminde araba konvoyu çarşının içerisinde bakan ile beraber gelip geçince, ardından rahmet babam: “İşte, bakanı da bu, heştineni de!” diye benim hatıralarıma not düştü.
Er lakabı ile anılırda hatıram var. “Hacı Amca! Kör Niyazi’nin dükkânı nerede?”diyen delikanlıya dükkânı göstererek cevap veren rahmetli babamdan aldığım olgunluk dersini de bu notlara eklemeliyim.
Karşı komşumuz Cıngıl Köylü rahmetli Bakkal Rıfat Amcaya (ki Deli Rıfat diye anılan erlerdendir) genç adam sorar: “Rıfat Emmi, Cıngıl tavı” ne demek?” Rıfat amcamızın cevabı nüktelidir: “Evladım, senin gibi yiğit, arslan ve pehlivan birisine tav vermeye gerek var mı be goçum?” deyince yanlarında oturan Kör Niyazi’nin oğlu Manifaturacı Muzaffer, “Getti bir Cıngıl tavı daha” diyerek, nükteye işaret eder.
Akşam yemeğinde önden topalak köfteli çorba sonrası gümpürlü (patetesli) bulgur pilavını, kopardığı yufkayı “sokum” layıp, yanında soğan ve gırmızı”lı (domatesli) salata ya da bir yumrukla kırılan kelle soğan, akşam yemeğinin vazgeçilmezidir. Koyulaşan sohbetin ardından gelen ve eş dostlarla güle eğlene içilen arabaşı çorbası Anadolu’nun kış gecesi âdetlerindendir. Bütün bunlar da get kele get veya kele bi di ya diyen bacıların eserleridir.
Fazlasıyla sıralanabilecek bu hatıralık notlara yaşanmış bir hikâyeyi de ekleyerek gelecek nesle aktaralım:
Şerban Hala (Şehriban Hala), dört yol ağzındaki evimizin önüne getirdiği minderinde otururken sokağın üst tarafından hızla inen Çitlekçi (çekirdekçi) Hayati geliyor. Yaşlı gözleri artık uzağı pek kestiremediği için yaklaşıncaya kadar elini gözlerinin üstüne siper ederek bekler. Belli ki Hayati, kaynanasının evinden geliyor. Yine kavgaları olmalıydı, zaten son zamanlarda da hanımıyla geçimsizlikleri var diye adları çıkmıştı.
Çitlekçi Hayati, hazırcevap ve nüktedanlılığı ile tanınan biri idi. Aslında Şehriban Halaya benzeyen tarafı da vardı. Şehriban Halanın minder tezgâhı hareketli dört yol ağzında idi. Çitlekçinin tezgâhı da dokuz yola bakan Taksi Meydanının köşesinde idi. Dolayısıyla müşteri yelpazesi geniş, takıldığı, görüştüğü insanlar bir hayli fazla idi. Böylesi meziyetler Hayati’yi, insanlarla diyalog kurmada ustalaştırmış idi. Dolayısıyla Şehriban Halaya laf kaptıracak birisi değildi.
Şehriban Hala, soruyu patlatmadan Hayati lafı çaktı:
–Şerban Hala!
-Buyur guzum!
–Laf arıyorsun, ama laf yok!
Anadolu insanı böyledir işte. Lafı, laf arayanın ağzına tıkar. Ava giden avlanır gibi.
Mehmet Çetin
28.01.2017 Londra
One comment