Enfusi muhasebelerim
Korkularımın en büyüğü şirke düşmektir. Zira bu meselede Resul-i Ekrem`in (asm) ümmeti hakkında endişesi mevcut:“Sizin benden sonra küfre düşmenizden değil, şirke girmenizden endişe ederim.” diyen merhamet ve şefkat peygamberi, endişesini dile getirir. Bu hadisi okuyunca korkum daha da ziyadeleşti. Dolayısıyla çok dikkatli olmalıyım, sözümde, duygularımda, ef’alimde ve hatta tefekkürümde.
İnsan, iman sahibi olduktan sonrada şirke nasıl düşebilirdi? Esasen şirk ne demek? Hangi hallerim şirk oluyor? Dualarımla, harekâtımla nasıl tedbir almalıyım?
Esbabın bilkülliye sukut ettiği zaman, hâlâ sebep peşinde mi dolaşıyorum? O halde yazıklar olsun bana! Buradaki İlâhi ikazı niye anlayamıyorum? Medet olarak sarıldığım sebebin kurtarıcı olmadığını anladığımı zannederken diğer taraftan tevekkül adına hâlâ yerine getirmediğim ve hâlâ teşebbüs edemediğim bir sebep var mı, acabasından kurtulamıyorsam, yine yazıklar olsun bana! Başkasına vaz ü nasihatı yaparken kendime sözüm geçmiyorsa bir kere daha yazıklar olsun bana!
Sıkıntılar içerisindeyim! Uyku ve uyanıklık arasında iken ufkumun zaman zaman aydınlandığını görüyor gibiyim. Evet, zaman zaman şimşekler çakıyor. Çareyi arıyorum, çareyi…
Çareyi yine rehberimiz olan Peygamberimiz (asm) gösteriyor. Yaptığı nasihatleri pekiştirmek için, ayakkabımızın bağını da Allah’tan istememizi söylemekte. Elbette bağı teminde vesile olanlar sadece sebeptir, asla yaratıcı değillerdir.
Fatiha’da okuduğumuz ” iyyake nestain” aslında yapmamız gerekendir. “Senden yardım isteriz” derken acaba günlük hayatımızda her şeyimizi Rabbimizden isterken, farkında olmadan, yani gaflete düşerek, sebep ve vasıtaları rab yaptığımız olmuş mu idi?
Mevcudiyetimizin sebeplerinden olan evladımızın istikametli yetiştirilmesi konusu ziyadesiyle şirke yaklaştığımız hassas noktalardandır. Bu mevzuda elimizden geleni dikkatlice yaptıktan, alınması gereken tedbirleri de aldıktan sonra bir de bu işlerin arasına samimi ve deruni duamızı yaptıktan sonra söylerim kendime işte yapabileceğin, bu kadar. En güvendiğin iraden, çok güçlü zannettiğin otorite ve disiplinin, nihayetinde bir yere kadar. Ondan sonrasına müdahale imkânın yok ve hem de tesiri yok. Sana düşen, senin acizliğini anlamaktır, dua etmektir, derim. Dua, acizlerin sığınağıdır. İnsan, acizliğini ve fakirliğini anlarsa sıkıntılarının sırrını çözecek. Zira Allah’ın merhametini çeken sır; acz ve fakrın idrakinden geçmektedir.
En yakınımdan en uzağıma kadar bulunan müşteki ebeynler hep dikkatimi çeker. Kader-i İlahiye’ye hiç hisse verdiniz mi, diye sormak isterim. Allah’ın muradı size malum mu, oldu da bu kadar kaderi zorluyorsunuz? Kader-i İlahî, senin gayb perdeni açsa, istikbalde başına gelecekleri görebilse idin, tahammülün olacak mıydı? O halde üstesinden gelemediğin işleri Allâmülguyûb’a havale ederek teslim ol. Senin hakkında en isabetli çare budur, zira imanın ve İslamın teslimiyeti gerektirmede. Dayak yemeden önce teslim ol.
Bakaranın son ayetlerinde, gücünüzün üzerinde teklifin olmayacağı ferman ediliyor. Yapabileceklerinizin ardında, kadere razı olmaya sıra gelir. Hz. Nuh (as) gemisine oğlunu almak istemez mi idi? Efendimiz (asm), harpte damadı ve amcası ile karşılaşmak istemezdi. Kaldı ki onlara kim bilir ne kadar tebliğ ve davette bulunmuştur. Dolayısıyla Allah, bizim arzumuz için âlemin gidişatını değiştirmeyecek, elbette.
Aklın yolu birdir ve burada ise hakkından gelemediğimiz işler karşısında daha güçlüye sığınmaktır. Zira her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Hakkından gelemediğim şu işimin dahi Rabbi ve Hâkimi O’dur.
Lâ havle velâ kuvvete… Ve Ya Müstean… Zikrine çok ihtiyacım var…
Mehmet Çetin
22.12.2011-Çiftehavuzlar