İhlâs Risalesinin en hassas konusunda Üstad, tehlikeli bir konuma işaret ederek izahta bulunur. İhlâsı kıran ikinci mânide şöyle bahseder:
“Hubb-u câhtan gelen şöhretperestlik sâikasıyla ve şân ü şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enaniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı rûhî olduğu gibi, şirk-i hafî tâbir edilen riyâkârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.”
Riyâkârlık ve kendini beğenmenin şirkle ne alâkası var? Böyle bir durumun ihlâsı zedelemesi nasıl olabilir?
Şirk, Allah’a eş/ortak koşmak demektir. Eşyanın yaratılmasında yaratıcı olan Allah’ı unutup sebebe bağlamak bilinen şirk olurken, fiillerimizle vesile olduğumuz hasenatımızı nefsimizden olduğuna inanıp ilan etmek de gizli şirk olmaktadır. Eşyanın yaratılmasında, hasenatın zuhurunda eşya ve nefsin hissesi vardır ama yüz değil, sadece birdir ve nihayetinde şart-ı adi (ön şart) nev’inden hikmet-i İlâhîyece bir sebeptir.
Kendini beğenmek, tezahür eden güzelliklerin kaynağını kendisi zannetmek ve bunu insanlara anlatarak daha çok tanınmışlık ve beğeni kazanmak yalancılık değil midir? Kendisinin olmadığı halde sahiplenerek nazar-ı dikkati çekerek nefsin sıkıntılı ve tehlikeli derinliklerinden gelen arzu ile ben merkezli tanınmak değil midir? İnsanın vücudu, Allah’ın sıfat ve esmasının tecelli ederek tezahür ettiği bir alandır, mahaldir. Tohum, tarlanın olmadığı gibi tarla da tohum sahibinin mülküdür. Mülk olan tarla, nasıl maliklik yapabilir ki?
Mal varlıklarını birleştirerek büyük holding kurucularından bir küçük şirket sahibi, gerçi bir cihette ve nezarette mâlik hükmündedir; fakat istifâde edemez. Sadece o büyük kuruluşun içerisinde küçük bir hisse sahibidir o kadar. İnsan, bünyesindeki sayısız cevherlere hikmetli vazifesi olan nezaretçilik noktasında her ne kadar mâlik gözüküyor olsa da emanetindekini muhafazaya memurdur, suiistimale değil.
Kur’an hizmetinde bulunanların mesleğinin özü iki kelime olan hakikat ve uhuvvettir. Hakikatleri muhtaçlara anlatanlar kendi aralarındaki uhuvvete de azami dikkat ve gayret içerisinde olmalıdırlar. Aralarındaki kardeşliğin sırrı da şahsiyetini kardeşleri içerisinde fâni edip onların nefislerini kendi nefsine tercih etmektir. Kardeşler arasında tanınmak, kabul edilmek duygusunun uyandırdığı rekabet uhuvveti kırıcı, ihlâsı zedeleyicidir. Kardeşlerin şerefi daha küllî ve umumîdir. Herkesin o şerefte elbette hissesi vardır ama sadece senin değildir! Eğer bu şerefe şahsın için sahiplenip böbürlenerek anlatmaya kalkarsan sana ait olmayanı seninmiş gibi göstermek yalancılık ve riyâkârlık değil midir? Ki bu durum esasında kişilik bozukluğunun en gizli tehlikeli boyutudur.
Nefs-i emmârenin kalb, akıl ve rûhun rağmına bu desiseye karşı his ve vehime kapılan insan bazen yanılabilir, aldatabilir. İhtiyatlı olmanın yoluna bakmak lâzımdır.
Bu yol ise Risale-i Nur Külliyatındaki zirve haşiyelerden biri olan şu ifadelerden geçiyor:
“Evet, bahtiyar (odur ki), Kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nevindeki şahsiyetini ve enaniyetini o havuz içine atıp eritendir.”
Allah’ım! Beni ve kardeşlerimi, İhlâs Suresinin hakkı için bizi kendi iradesiyle ihlâslı olan ve Senin ihlâslı kıldığın kullarından eyle. Âmin.
Mehmet Çetin
28 11 2015 Bostanlı İzmir