Mesnevî-i Nuriye’de Katre Risalesinin Hatimesinin sondan üçüncü Nota’sında “Hükümler, hadler günahı affeder” ifadesinin kısa mütalâasını beraberce yapalım inşaallah.
Bir şeyin şöyle veya böyle olduğu hakkında verilen karara hüküm denir. Had terimi de; Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’de insanların hareket ve davranışları için belirlediği sınır olarak tanımlanır.[1] Ayrıca, Şeriatça bir kısım suçlara verilen ve haddi gerektiren cezaya had denilir.[2]
Kişinin hatalı davranışı, karar ve hükme bağlandıktan sonra hakkında verilen cezanın uygulanması sonucunda işlediği suç ve günahı affedilir. Hakkındaki hüküm ve uygulanan had, onun günahının affedilmesini gerekli kılar.
Minnet ve şükür esasında Allah’adır. Dünya, hikmet dünyası olduğu için Allah (cc), icraatının dünyadaki tecellilerini bazı sebeplere bağlamış ve onları âdeta ön şart nevinden vesile kılmıştır. Dallar, meyveleri Rahmet hesabına insana takdim ederler. Rızkı, veren Allah (cc), onların muhtaçlara ulaşmasında asıl sebep ve illet, Allah’ın (cc) rahmetidir. Dolayısıyla insana ulaşan rızkın ve başarının sahibi, göndereni, vereni Rezzak olan Allah’tır (cc). Üstad Bediüzzaman, bu konuyu yaratılış kanunlarındaki yansımalarından misallerle anlatır.
Köpeğin sadakat ve vefadarlık gibi güzel sıfatları olmasına rağmen rızkının gelmesine vasıta olan sahibinden geldiğini bilir ve şükranını sahibine yapar. Bu güzel ahlâkına binaen, insanlar arasında kendisine mübarek bir hayvan nazarıyla bakılmaya lâyık iken, maalesef, insanlar arasında mübarekiyet değil, necis olarak addedilmiştir. Tavuk, inek, kedi gibi sair hayvanlarda, insanların onlara yaptıkları ihsanlara karşı şükran hissi olmadığı halde, insanlarca aziz ve mübarek addedilmektedirler. Bunun sebebi ise, köpekte hırs marazı fazla olduğundan zahiri sebebe öyle bir derece ihtimamla yapışır ki, nimetin gerçek sahibi Allah’tan bütün bütün gafletine sebep olur. Binaenaleyh, vasıtayı müessir bilerek hakikî tesir sahibi Allah’tan yaptığı gaflete ceza olarak necis hükmünü almıştır ki tâhir (temiz) olsun. Çünkü hükümler, hadler, günahları affeder. Ve insanlar arasındaki tahkir darbesini, gaflete kefaret olarak yemiştir. Öteki hayvanlar ise, vesaiti bilmiyorlar ve esbaba o kadar kıymet vermiyorlar. Meselâ, kedi seni sever, tazarru eder-senden ihsanı alıncaya kadar. İhsanı aldıktan sonra öyle bir tavır alır ki, sanki aranızda tanışıklık yokmuş ve kendilerinde sana karşı şükran hissi de yoktur. Ancak nimetin gerçek sahibi Allah’a şükran hisleri vardır. Çünkü fıtratları Allah’ı bilir ve lisan-ı halleriyle ibadetini yaparlar-şuur olsun, olmasın.
Üstadın izahındaki köpek örneği, sebeplere bağlanan nefse önemli bir ikazdır. Bu benzetme ağır olduğu kadar çok etkili bir uyarıdır. Rızık konusunda hırs göstermek de bir yönüyle köpeklere benzemektir.
İnsan, sebep ve vasıtaları kucağına alır yahut sarılır, neticeyi de âdeta yaratıcıyı unutup vasıta ve sebepten beklerse, zillet ve hakarete sebep olur. Sebep ve vasıtanın minneti altına kendini sokan adam, hırs hastalığına kendini fazlasıyla kaptırdığından vasıtaya, rızkın gelmesine zahiren sebep olanlara öyle bir ihtimamla yapışır ki, hakiki nimet verici olan Mün’im-i Hakikî’den bütün bütün gafletine sebep olur. Bundan dolayı vasıtayı eser sahibi bilerek hakiki eser sahibi olan Allah’tan yaptığı gaflete kefaret ve ceza olarak toplum içerisinde en azından kötü ifadelerle anılırlar. Aklı imanla başına geldiğinde hakiki rızık vericinin Allah olduğunu hatırlar ve iman ederek Tevbe ederse ki önceki gafleti hakkındaki zillet ve hakaret, âdeta had ve kefaret anlamında fıtrî olarak uygulandığından günahı –inşaallah- affedilir. Çektiği zillet ve hakaret ise cezasını çeken bir mahkûmun hapisten çıkarak temizlenmesi gibidir.
Çok hırslı olan nefsimiz, Mün’im-i Hakikî’ye şükran duygusuyla hareketle rızkını zahiren temin eden vasıta ve sebebe teşekkür ederken, Rabbinden gaflet etmemesi gerekir. Sebep ve vasıtaları insan kucağına alıp yapışırsa, zillet ve hakarete uğraması hak olur.
Mehmet Çetin
28.09.2016 Bostanlı İzmir
[1] İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugatı ( 2011), 2/1153, 1328
[2] Osmanlıca Türkçe Lugat, Yeni Asya Neşriyat (2011), s. 387