Allâh’ın mevcudiyeti ve birliği, âlemde İlâhî cemâl ve Rabbanî kemâl şeklinde tezahür eder. İkinci Şua’da, eşyadaki tecelli eden bu tezahürlerin ferdî olarak, tek başına değil ittisal etmiş bir bütün olarak tefekkür edilmesi tavsiye edilir. Böylece marifetullahın şahitleri bir ve tek aynada değil daha geniş aynada temaşa edilmiş olur.[1]
Cenâb-ı Allâh’ın tanımanın, marifet etmenin nuruna yetişmek, bakmak evvelâ teslimiyeti iktiza ediyor. Teslimiyetin ardından âyet ve şahitlerin aynalarında burhan ve delillerin gözenekleri, incecik dürbünleri, mikroskop ve teleskoplarıyla temaşa etmek gerekiyor. İşte bütün bunlarla insanın üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen
Her bir nuru da tenkit edip adeta parmak sokup, yoklayarak ve tereddüt edip mevcudiyeti hakkında şüpheye düşmemek şarttır.
O halde sana görünen ve heyecana gelerek ışıklanan nuru tutmak için elini uzatma! Zira onlar senin bildiğin, yaşadığın gibi değildirler. Kesinlikle ve mutlaka öncelikle gaflete sürükleyen sebeplerden sıyrıl ki gafletten kurtulasın. Sonra o nurlara dönüp müteveccih ol. Müteveccih olmak sadece yüzünü dönmekle olmamalı, her şeyinle dönük olmalısın. Ve artık orada dur. O noktada bekle veya beklemesini bil. Çünkü bu noktada marifetullahın şahitlerine muhatap olacaksın.
Konuya girmeden önce hazırlık gerekecek. Öncelikle tavsiyeye bakalım: Evvela, “Gaflet esbabından tecerrüt et,” sonra marifetullahın şahitlerine “müteveccih ol” dur. Gaflet sebepleri olan başta günahlar olmak üzere kalbimize zarar veren, aklımızı gereksiz meşgul eden ve ruhumuzu iman hakikatlerinden uzak sahalarda dolaştıran sebeplerden ne kadar uzak durursak, hakikatleri zevk etmemiz de o nispette artacaktır. Menhiyat ve günahlardan içtinap ile takvanın derecesi artacak, amel-i salihe yaklaşılacak. Bu arınma ve temizlenmenin devamını dileyerek konuya geçiyoruz.
Üstadın ifadesiyle marifetullahın şahitleri, burhanları üç çeşittir. Birinci kısım ise su gibidir. Bunlar görünür, hissedilir lâkin parmaklarla tutulmaz. Akıl ile iman hakikatlerinin idraki yeterli olmayıp kalben dahi tasdik ve teslim gerekir. Bu şahitlerle muhatap olurken hayallerden sıyrılıp, bütünüyle dalmak gerekir, tereddüt etmeden, sağını solunu kurcalamadan teslim elzemdir. Su gibi olan bu hakikat, aklı kendine mekân kabul etmediği gibi başkalarının kabulüne, teslimiyetine gider, orada hane tutar.
Külliyatın bazı risaleleri akıldan ziyade kalbe hitap eder. Burada su misali İkinci Şua’da işaret edildiği gibi bizi, rızka tevcih var. Rızık bir küçük ayna iken, birden bütün rızka muhtaç olanların bir araya, yan yana getirilmesi, ittisali ile hâsıl olan mana bir büyük aynaya dönüp cemâl ve kemâl sahibi Rezzak’ı işaret eder. Rızkı görür ve hissedersin ancak nereden nasıl vs geldiğine aklını karıştırarak yol bulmaya çalışıldığında kaçırırsın. Rızık vermek vazife-i İlâhiyeye ait bir keyfiyettir. O’na ait olan bir işi aklen çözmeye çalışmak yerine üzerine düşen vazifeni yap, ubudiyetine dön. Evet rızık, tek başına marifetullahın şahitlerinden su gibi olanlara bir delildir, misaldir. Kışın ölmüş arzın, bahar haşirinde dirilmesi ahiretin varlığına su gibi bir delildir.
Marifetullahın şahitlerinden ikincisi ise hava gibidir. Bu şahit ise hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet havasına karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkitle el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.
Her şifaya muhtaç olana şifanın verilmesi ikinci delile misaldir. Şifayı ne görür ve ne de tutabilirsin ancak hissedersin. Şifayı istiyorsan, karşılamaya çalış, ism-i Şafi’nin tecelligahı olmaya kendini hazırla, tedbirini al ve nihayet kendini mukabil tut. Ruhunla yaşa. Haşiri andıran sabah havası da buna ayrı bir misaldir. Hissedersin ancak göremez ve tutamazsın.
Marifetullahın şahitlerinin üçüncüsü ise nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyleyse, sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur, elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer hırslı ve maddî elini uzatsan ve maddî terazilerle tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, şeffaf olmayanı kendine malik ve seyyid kabul etmez.
İlâhî ihsan ile verilen hidayet, hayatımızın ruhudur. Ruhumuzdaki ebediyet arzusu ise ahiretin varlığına nur gibi bir delildir. Daha derin olan bu şahidi kalb gözü, ruh nazarı, basiret nuru ile görünür. Kalb, ruh, basiret maddî olmayan şeylerdir.
Marifetullahın ilk şahitlerini rahat hissedebilir ve görür iken ikinciyi ancak hissedebildik. Ancak üçüncü en ince ve sırlı olanıdır, yani perdelidir, bu da görülür ancak hissedilmez ve tutulmaz. Bu hususlara dikkat edilmeli. Su ve hava parmakla tutulamıyor. Bu nevi delillerin akılla idraki mümkün olmuyor. O halde aklen ikna olmak, imanda tek başına yeterli değil. Kalbi itiraz ve isyanlarla yaralı olanın ruhî tatmini de zordur. O halde sınırları bilelim. Aklın ikna olması konuları ile kalbin teslimi mevzularını karıştırmamak gerekir. Haddin bilinmesi sorumluluğun ve edebin gereğidir. Her makamdaki havayı yaşayalım ama kaptırmayalım. Kaptırmak bazen mevcudu elden kaçırmaya sebep oluyor, zarara düşeriz.
Bunun gibi ince konularda Üstadın ikazını hatırlayalım: “Pencerelerden seyret, içlerine girme.”
Mehmet Çetin
13.03.2012.Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir
[1] Bu yazının konusu ile alakalı soruyu soran Vahdettin Akyıl’a teşekkür ediyorum.
One comment