Ramazan tebriği için telefonla aradım. Çoktandır görüşemeyince sesimi bile unutmuş. İşte benim azamî irtibatımın neticesi diye ilk dersimi çıkardım. Hatırlatıcı konulardan açayım derken hemen, “Berber Atak kardeş ile ziyaretine geliyorduk” deyince “Mehmet hocam, sen misin?” dedi ve içimden elhamdülillah, zorla da olsa hatırlanmak ne kadar güzel bir nimetmiş dedim, derin bir şükür çektim, yirmi beş yıl geçmiş bile olsa, değdi doğrusu. İrtibatın ikinci dersinde meyveyi aldım.
Hatırlanmak, hakikaten güzeldi. Bu güzelliği daha da güzelleştiren ise alınan derslerdi. Ders, eksikliğin ikmalinin yanı sıra geleceğe de ümit verici idi.
Hayrettin kardeşimle dertleşirken hatıralarım depreşti. Hayatımdaki bazı kırgınlıklar konusundan bir misalle girdim telefondaki sohbete.
Dostluk bu nev’î hatırlamalarla daha anlamlı oluyor. Hatta bir seferinde bir kardeşim birilerine fena sinir olmuştu. Arabama aldım, dolaştık. Onun boşalması ve rahatlaması lâzımdı, tanıyordum ve huyu böyle idi. Dedim ki: “Sen şimdi noktasız virgülsüz bağıracak çağıracaksın, rahatlayacaksın, sonra beni dinleyeceksin.” O da hakikaten söylendi ve ne diyecekse dedi, sonunda rahatladı. Baktım, kuzu oldu. “Biz arkadaş ve kardeşiz, nihayetinde dostuz. Sen şimdi sinirlendin, ben sana köprü oldum, geçti gitti bütün sinirlerin. Böylesi zamanlarda yardımcı olmayacağız da ne zaman olacak? Şimdi beni dinle” diyerek ona anlatmaya başladım:
“Kardeşler arasında bazen asaba dokunan hâl ve konuşmalar olabilir. Söz konusu hatalar, karşı tarafın hatasından kaynaklanabilir veya bizim hatalarımızdan kaynaklanabilir. Bize düşen kendi kusurlarımızı görmek ve ıslah etmektir. Kardeşimizin kusuru varsa, damarına dokunmayacak şekilde ıslahına çalışırız.”
Bu nev’î sohbetimiz ona da bana da istifadeli olmuştu. Bu konuşma Hayrettin cephesinden cevaplanıyor: “Hocam, mesajı aldım. Allâh razı olsun. Gereken şekilde düşünüp icabına bakacağım, inşaallah” dedi. Hayrettin kardeşe:
“Ders vermek haddime düşmediği gibi vazifem de değildir. Biz kardeşiz. Haddime düşen ise, vazifemi yapmaktır. Özellikle böyle uhuvvete intikal eden konuları bir ibadet havası içerisinde yapmaktır. Bu mevzudaki bildiklerimizi hocasına dersini anlatan talebe nev’înden anlatmaktır” dedim. “Bana düşen, bu hakikatleri bir dost olarak anlatırken, sana düşenler konusunda ben sorumlu değilim, sen sorumlusun. Bu anlatılanlardan ders alıp almama konusu da senin iradene ve Rabbimizin takdirine bağlı konudur.”
Şeytan insana bir şey yapamaz, o sadece dışarıdan tahrik eder. Hırsıza içeriden kapı açan olmayınca eve girmesi zordur. Kapı açmak, evde alınması gereken tedbirleri yerine getirmemek anlamındadır. Kapıyı açan içeriden olduktan sonra kırk tane kilit de taksan faydası olmaz. O halde içimizdeki hain olanı, kapıyı açanı ıslah etmemiz gerekir. Nefsimiz şeytana kapıyı haberli/habersiz, tuzağına düşerek açmaktadır. Kaldı ki Allah korusun öyle nefisler var ki şeytan bile şaşırır.
Bu sohbetin sadece kadim dostum Hayrettin ile olan sohbet olduğunu düşünmem yanlış olur. Nice Hayrettinlerin var olduğu hepimizin malûmudur. Şunu bunu bahane ederek, kendilerine göre haklı gerekçeler üreterek nice kardeşlerinden uzak kalanlar hakikaten hallerini bir daha düşünmeliler. Ürettikleri gerekçelerin, haklı olduğunu zannettikleri hadiselerin, eşyanın, zamanın, bulundukları ve yaşadıkları zeminin mümkün ise üzerine çıkarak, hatta daha da yukarı çıkarak, zaman/zemin üstü yeniden mütalâa etmek gerekir.
Zaman/zemin üstüne çıkıldığında duygular aşağıda kalır. Duygular eşyaya yönelik kullanılır. Yukarıda geçici hislerle değil, kalb ile hareket edilir. Kalbine sormalı insan: Yaşadığım o tatsız hadise gerçekten benim böylesine tepki vermemi gerektiriyor mu? Kardeşliğimizi gerektiren binlerce hakikatin yanında, beşerî ve hissî hatanın bir kıymeti olabilir mi? İnsaf…
Kalb, doğruyu söyler. Bozulmamış kalbin, vicdanın muhatabı, Hak’tır.
Mehmet Çetin
09.08.2012.Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir