23.07.1908 tarihinde 2. Meşrutiyet’i ilân eden vekillere ‘Mebusana Hitap’ başlıklı uzunca bir makalesini 19.12.1908-26.12.1908’de neşreden Bediüzzaman, pek mühim esaslara işaret eder. Bunlardan biri de kamu hukukudur.
Kul hakkına riayetin muharriki, vicdandır. Bozulmamış vicdan, kişiyi yanlışa değil doğruya, haksızlığa değil hakka sevk eder. Bu noktadan da vicdanın örselenmekten korunup sürekli dinamik tutulması gerekir.
Vicdan, kalb ile normalinde uyumlu çalışır ve her ikisinin tefessüh etmesi de sahibini topluma zarar verici kılar. Hak ve hukukun ifsadında görünmeyen müfsid, bozulmuş kalb ve vicdandır.
Ahiret inancı, hukukta fevkalâde müessirdir. Yapılan bir haksızlığın hesabının görülüp cezasının çekileceği ya da hakka hizmetin mükâfatının verileceği inancı ile insan, harekâtını kontrol eder ve hayatına istikamet verir. Bu sebebi, göz önüne alarak milletvekillerine yazdığı hitabî makalesine “Ey mebuslar! Şüphesiz, sizler büyük bir gün (hesap günü) için diriltileceksiniz.” diye başlar.
Kamu hukuku muhafazasında irade terbiyesi çok önemlidir?
Bunu şöyle açabiliriz:
İnsan hayvandan ayrıcalıklı ve müstesna olarak çok farklı mizaç ve fıtratla yaratılmıştır. O farklılık, meyil ve arzuların doğmasına vesile olmuştur. Bu arzuların tatmin çabaları bir takım maharet ve sanatı netice vermiştir. Ancak bunları da tek başına yapamayacağı ve yeterli olamayacağı için diğer insanlarla birlikte çalışmaya mecbur olur. Böylece aralarında mübadele başlar, ihtiyaçlar karşılanır. Lâkin insanda şehvet, gadap (öfke) ve akıl duygusu Allah tarafından sınırlandırılmadığından ve insanın cüz-i ihtiyârîsiyle terakkisini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığı için muamelatta zulüm ve tecavüzler vukua gelmemesi için insanoğlu adalete muhtaçtır. Adalet, küllî bir akıldır ki öyle bir aklın kullanılması da kanunlarla olur.
İşte o kanunlar özelde insan iradesinin terbiyesini tanzim edip, kamuya ait hizmetlerde adaletten sapılmadan hizmet yapmalıdır.
Adalet, hukukullah denilen Allah’ın emir ve kurallarının, toplum düzenindeki istikametli uygulamasıyla tahakkuk ve tecelli eder. Bu cümleden hareketle, dinin esaslarına uygun şekilde çalışma hayatı kuralları tanzim edilmeli ki kamunun hakkının gözetilmesi ve doğru kullanılmasına faydasının yanı sıra izinsiz kullanıma mani olunsun.
Hak sahibinin rızası olmadan, hakkının kullanılması doğru değildir. Kamu görevlisi; kendisine tanınan yetki ve kullanımın haricindeki kullanımının hesabını vereceği, etkili biçimde ihtar edilip, aksi kullanımlara karşılık caydırıcı yaptırımlar da tanzim edilmelidir.
Kamu hakkının muhafazası ve doğru kullanımı için dinî terbiye son derece önemlidir.
Kamu hakkı, kul hakkıdır. Ayetlerde, kul hakkının zedelenmemesine dikkat edilmesi emredilir. Bu manada kul hakkına riayeti, âdeta bir ibadet edercesine tatbik gerekir. Bunun en güzel yolu, kalb ve vicdana sıkıştırılan dinin, önünün açılmasıdır. Zecrî tedbirlerle, ötekileştirme, dışlama ve ihtilafî fitnelerle dinin önünün kesilip, altında dinsiz bir anlayış üstünde de eğitim ve idareye karışmamasını iddia ederek öne sürülen sözüm ona modern yaklaşım, insanımızı memnun ve mutlu edemedi. Tıpkı dini; siyaset, makam gibi menfaat ve hırslarına alet edenlerin sundukları hizmet ve anlayışlarının da memnun edemediği gibi ki bu anlayış da hatalıdır. Dinî hizmetler, sadece Allah rızası için yapılmalıdır.
Kamu hizmetinde fert, kendini küllî bir hak/hukuk karşısında sürekli denetleniyor, izleniyor bilmelidir. Her hareketinin hesap gününde kendisine, lehinde/aleyhinde delil olarak gösterilmek üzere kaydedildiğini de bilmelidir.
Mehmet Çetin
27.08.2018 Yeni Foça İzmir