Na’büdü Mütalâaları-18
Semi’na ve ata’na ifadesi ile tekrarlanan işittik ve itaat ettik nidamız olan bu üçüncü yazımızda na’büdü manasını mütalâaya sıra geldi. Bu ifadelerde ise çok manaların saklı olduğunu da başlangıçta söylemiştik.
“Semi’na ve ata’na Gufraneke Rabbenâ” yani “işittik ve itaat ettik ey Rabbimiz affını dileriz.” duasında bulunan “Rabbenâ” da saklı “na” (biz) zamiri, hepimizi bu duaya dâhil eylemekte.
Neyi işittik ve itaat ettik? Peygamberlere gelenlere, yani Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etmeyi işittik ve kabul ettik.
İşittik ve itaat ettik, âyette çoğul takısı ile yer alırken; ümmete “böyle deyin” manasında yol göstermekte. Biz de, asırlar sonrası zaman sahnesine çıkma sıramız geldi ve ubudiyet safında, bu satırlar arasında okuyucularımızla beraber “Semi’na ve ata’na Gufraneke Rabbenâ” diyoruz. Böylece Rabbenâ’daki “nâ”ya dâhil oluyoruz.
“Ey Rabbimiz!” derken üç tane nida yükseliyor. Birinci olarak, vücudumuzdaki zerreler hep beraber hâl dilleriyle; ikincisi, ehl-i tevhid olarak; üçüncüsü ise kâinattaki bütün mevcudat hâl dilleri ile “Ey Rabbimiz, biz de emrini işittik ve itaat ettik” diyorlar.
Evet, kâinat ve mahlûkat taifesinde neler varsa hep beraber bin bir lisanları ile nida ederek “Semi’na ve ata’na gufraneke Rabbenâ” diyorlar.
Ya ben? Vücudumdaki zerreler, ehl-i tevhid ve kâinat bu müşterekliği ve beraberliği ifade ederken ben ne yapıyorum? Günlük, anlık hâllerimle ne kadar “Semi’na ve ata’na gufraneke Rabbenâ” diyebiliyorum? Ey Rabbim! Bütün kusur, acz ve fakrımla ubudiyet divanına durarak ben de aynı münacata iştirak ederek ‘Semi’na ve ata’na gufraneke Rabbenâ’ diyorum, kabul eyle Allah’ım, âmin.
Bu sükutî kabul ve memnuniyetin huzurunu yaşarken, ötelerden âdeta itirazvari bir soru sorulur: İnananlar, mükellefiyetlerini kabul ettikten ve amel de ettikten sonra bu mağfiret neyin nesi? Niçin ona ihtiyaç duyulmuş? Demek ki amin de denilse konu tam anlaşılmamış.
Berilerden cevap gelir ikna edercesine: Her ne kadar onlar mükellefiyetlerini yerine getirmiş olsalar da bir kusurun sadır olmasından korktukları için mağfiret dilemektedirler. Her gün yetmiş defa mağfiret dileyen Resûl-i Ekrem (asm) bu konuda da Rehber-i Küll ve Mutlaktır (asm). Ayrıca biz kulluğun hangi mertebesinde olursak olalım, Rabbimizi lâyıkıyla sena edemedik, edemeyiz; o halde mağfiret dilememiz lâzımdır.
Mağfiret etmede, affetmede en mükemmel olan Sensin, o halde bizi affet. Bunu da ilân ediyoruz Rabbim! Çünkü Sen affetmeyi çok seversin.
Bu âyetin benzeri manasında olan “Ey Rabbimiz! Biz indirdiğin kitaba inandık ve peygambere uyduk…”[1] ile “Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla.”[2] Ve “Ya Rabbenâ! derler: inandık iman getirdik, şimdi sen bizi şahadet getirenlerle beraber yaz”[3] ve “Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi affet”[4]ve tespit edebildiğimiz bu ayetlerle Rabbimiz; gönderdiklerine iman ettiğimizi ilan etmemizi, ikrar etmemizi ve nihayetinde de mağfiret etmemizi talim buyurmaktadır.
Rabbenâ’lı ayetlerden bizi dehşete düşüreni de var: “O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, “Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık” diyecekleri zamanı bir görsen!”[5] ayetindeki günahkârlarda gördük ve duyduk derler. Ama gecikmeli olan ve işe artık yaramayan bir görme ve duymadır bu. Allâh muhafaza eylesin, amin.
Mehmet Çetin
09.10.2012. Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir
[1] Âl-i İmran 53
[2] Âl-i İmran 193
[3] Maide 83
[4] Mü’minun 109
[5] Secde 12