İlâhî ikazın rahmete dönüşü mümkün mü?
-Kader Risalesi’nin Mütalâası, ikinci baskı hazırlık çalışmasından
Yaşanan sıkıntı, musîbet ve âfetlerde kaderî bakış diyebileceğimiz değerlendirme doğru yapılır, gelen uyarıdan gereken ders alınırsa artık o ikaz, makam atlayıp ihsan ve rahmete dönüşür.
Başa gelen zulümlerde iki cihet ve iki hüküm vardır; biri insanın, diğeri İlâhî kaderin. Aynı hâdisede insan zulmeder, fakat kader âdildir, adalet eder. Bunlara âdeta kaderî ameliyat demek de mümkün.[1]
Allah’ın kâinata koyduğu ve beşerin adına tabiat kanunları dediği fıtrî kurallara müraat edilmesine rağmen istenilmeyen neticelerin vukuunda da çıkarılması gereken dersler olmalı. Müraat edilmeyenler zaten hatamızın neticesi olarak dâvet ettiklerimizdir. İşte her iki neticeden çıkarılacak ders, hayrımıza olmalıdır.
Ah, bir bilsek ki, musîbetler, Allah’ın dergâhına yönelmek için kaderin birer kamçısıdır. Ayet, bu manayı çok güzel ifade ediyor ve dikkati, tevbeleri kabul eden Tevvab’a yöneltiyor: “Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah ise, günahların birçoğunu bağışlıyor.” (Şûra 42/30)
İlâhî ikaz, dâvet edilen ikaz mı?
İnsanlar, başlarına gelen musibet ve felâketleri, hiçbir tedbir almadan hemen “İlâhî ikaz” olarak ifade etmesi doğru olmadığı gibi, yapılması ve alınması gereken işlerden ve sorumluluktan kaçarak, Allah’a havale etmesi de sorumluluğu üzerinden atmak, felâkete dâvet çıkarmak demektir.
Söz konusu bir sel felâketine karşı tedbirler alınmazsa, deprem öncesi binaların depreme dayanıklı yapılıp-yapılmadığı denetlenmezse, salgın ve diğer hastalıklara koruyucu hekimlik yapılmazsa, çevreye duyarlı olunmazsa; yaşanan değil, dâvet edilen felâket olur. Fert ve toplumun yaşayışları haktan uzaklaşır, hukuk adaletten sapar, zulüm artarak yaygınlaşırsa başa gelen felâket, insanın dâveti ile gerçekleşen bir İlâhî ikazdır.
Sorumsuzluk, tedbirsizlik, ehliyetsizlik ve beceriksizliklerden hâsıl olan belâ ve musîbetin kadere yüklenilmesi doğru mudur?
Evet, netice itibariyle, vuku bulan her şey Allah’ın ilmi ve takdiri dâhilinde olması noktasından kaderdir ama kötülüğün dâvetinin kuldan geldiği de unutulmamalıdır.
Kadıhan’ından ibretli nasihat
Moğol hükümdarı Hülagü ile genç âlim Kadıhan arasında geçtiği nakledilen ibretli hikâye, bu konumuza örnek olacak, şöyle ki:
Bağdat ve civarında yaptığı o tarifsiz zulümleri sonunda Hülagü, bölgenin en büyük âlimi ile görüşmek ister. Bu zalimin karşısına kimse çıkamaz, bir genç âlim çıkar ve Kadıhan kabul eder. Giderken yanına deve, keçi ve horoz alır.
Genci gözüyle süzen hükümdar, “Görüşmek için seni mi buldular?”, der. Genç âlim: “Görüşmek için iri yarı, boylu boslu birini istiyorsan, bir deve getirdim. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan, bir keçi getirdim. Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan horoz getirdim. Üçünü de çadırın önüne bıraktım. Onlarla görüşebilirsin.”, deyince, hükümdar oturmasını işaret eder. Görüşme şöyle devam eder:
‘Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?’
Kadıhan’ın cevabı ibretliktir: ‘Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. İşi, ehline veremedik. Verilenler de hakkıyla yapmadı. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi’ der.
‘Peki, beni buradan kim gönderebilir?’
Cevap çok manidardır: ‘O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek, işi ehline teslim eder, o da hakkıyla iş yaparsa, işte o zaman sen buralarda duramazsın.’[2]
Mehmet Çetin
14.08.2021 Yeni Foça İzmir
[1] Kastamonu Lâhikası, s.274 (162. Mektub); Lem’alar, s.443
[2] Erol Sarı, https://www.yeniasya.com.tr/erol-sari/korona-icin-ibretlik-bir-hatira_534405