Mala mülke ve sayı çokluğuna güven konusu denilince aklıma Huneyn Seferi gelir. (27.01.630) İslâm ordusu o güne kadar on iki bini bulan bir sayıya ulaşamamıştı.
Bu sayı bazı sahabelerin “Artık bugün azlık yüzünden mağlûp olmayız!” şeklinde Resul-i Ekrem’in (asm) hoş karşılamadığı ifadeleri söylemesine sebep olmuştu. Hâlbuki onlar, Bedir, Hendek ve Mu’te gibi gazvelerde birçok kere kendilerinden silâh ve sayı bakımından üstün bulunan düşmanlarına Allah’ın yardımıyla galip gelmişlerdi. Ama yine de kalabalığın havasına, kesretin sahasına dalmışlardı. Bu durum Resul-i Ekrem’i (asm) rahatsız etti. Âyette de şöyle vurgulanır: “Andolsun, Allah birçok yerde ve Huneyn Savaşı gününde size yardım etmiştir. Hani, çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat (bu çokluk) size hiçbir fayda sağlamamış, yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) gerisin geriye dönüp kaçmıştınız.” (Tövbe 9/25)
Evet, Peygamber Efendimiz (asm), o ana kadar böylesine kalabalık bir ordunun başında yola çıkmış değildi. Fakat o, sadece kalabalığın zafer getirmeyeceğini biliyordu. Zaferi ihsan edenin de, hezimete uğratanın da Cenâb-ı Hak olduğunun, insanın sadece zaferi netice verecek sebeplere müracaat etmekle vazifeli bulunduğunun idraki içindeydi. Bu sebepledir ki bu kadar kalabalık ve ihtişamlı bir ordunun başında bulunmasına rağmen, tavrında en küçük bir büyüklenme sezilmiyordu.
Risale-i Nur’da Uhud’un nihayetinde Huneyn’in bidayetinde olan mağlûbiyet, âlemde câri olan esbap dairesindeki tedbir ve hikmete işaret edilerek izah edilir.
Resul-i Ekrem (asm), şahsî ve içtimaî hayatlarında ders alsınlar diye bütün insanlara imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Düşmana karşı her türlü tedbiri alırken Müslümanları kâinattaki fıtrî şartlara uymaya işaret etmenin yanında tevhid noktasından her şeyin yaratılışının Allah’a ait olduğu anlatmak istemiştir. Neticede iradenin rolünün olmasının yanında kader-i İlâhînin takdirinin asıl olduğunu unutmamak gerekir.
Uhud’un nihayetinde kazanan Mekke’lilere ve Huneyn’in başında galip gözüken Taif’lilere verilen ders, çağları aşarak zafer sarhoşluğundaki insanlarda yankılanır.
Bugün, kişisel, sosyal ve siyasal boyutta bir takım gücün sahibi konumundakiler, bu noktadan tarihi sınavın içerisindedirler. Hak ve hukuka teslim ve hizmetkâr olmayan kuvvet, başkalarına, özellikle rakiplerine tecavüz eder. Mevcut iktidarını paylaşmaz. Su geminin içine girerse batırır, altında bulunursa yüzdürür gerçeğinden hareketle kuvvetin cazibesi ve çekimine girildiğinde zulüm olur, kuvvet hukukun emrine girerse hizmet ve huzur olur. Bu durum en dar daireden en geniş daireye kadar geçerlidir.
Huneyn, dün sahabelere bugün bize nefis muhasebesi dersini verir ve hatırlatır. Yaşanan bozgunun telâfisini, hikmetle hareket ederek esbaba müracaatın içerisinde Rabbe sığınmakta aramak gerekir. Bozgunun en sıkıntılı zamanında, Hz. Abbas gür sesi ile kaçanları harbe teşvik etmişti. Bugün de, cemaat içindeki kanaat ve fikir dağınıklığını aşmak için, gür sesli Yeni Asya, şahs-ı mânevî etrafında kenetlenmeye dâvet ediyor.