Ramazan-ı Şerif’i karşılama yazımızda “Ramazan-ı Şerif’te ne okumalı?” başlıklı, Hasbiye Risalesi olan Dördüncü Şuâ’ya işaretle, acz ve fakrımızın zirve yaptığı ve hususan iftar sofrasında hakkalyakîn hissedildiği “an”ların ayı olan Ramazan-ı Şerif’te okunmasını acizâne tavsiye etmiştik.
Seydişehirli dostlarımız namına Nihat Sarıaltın’ın gönderdiği mesaj bu manada kayda değer bir ehemmiyet arz ettiği için paylaşmak icabetti:
“Kardeşim, bugün Dördüncü Şuâ’yı müzakereli okumaya başladık. Aman ya Rabbi, ne muazzam meseleler varmış! Hiç duymamış gibiyiz. İnşaallah her gün dershanede okuyacağız.”
Kulun; en zorda olduğu zamanda Rabbimiz, ihsanını rahmetiyle izhar eder. Barla Hayatının özellikle son zamanlarında fevkalâde rahatsız edilen Üstad Bediüzzaman, kendisiyle uzaktan yakından, alâkalı alâkasız kişilerle Eskişehir’e, ilk mahkemeye sevk edilir. İdam iddiasıyla yargılanır lâkin verilen ceza komiktir. Kendilerinde bir suç unsuru bulamayacağını anlayan ifsad komitesi reisi akla ziyan plan uygular. Sapı bizden baltalarla cemaate dalar. Hamdolsun ki fire yok lâkin Üstad’dan ikaz kuvvetlidir; “Dikkat edin, ifsat komitesi aranıza tefrika sokmasın. Isparta kahramanlarına yetişmek istiyorsanız Risale-i Nur’a itimaden sımsıkı sarılmanız gerekir” mânâlarında tahşidat yapar. Yanı sıra Mevlâ-ı Kerim’inden medet ister. Risale-i Nur’a yapılan saldırıya karşı, ayetlerin arasındaki işaratı bularak Birinci Şuâ’yı telif eder. Büyük ölçüde mânen rahatlar.
Rahatlama bir noktaya kadar kifayet eder. Zira Üstad’ı, ehl-i dünya, her şeyden tecrit etmişlerdi. Karakol karşısında her gün isbat-ı vücud ile tarassut altında idi. Altmış yaşının getirdiği ihtiyarlığa yapılan işkencelerle beraber beş nev’i hastalık hücum ediyordu.
Sıkıntılar bazen gaflet verir. Gaflet, bilineni bilinemez, görüneni görünemez hâle getirir. Risale-i Nur’daki teselli verici nurlara bakmadan doğrudan doğruya kalbine bakarak ruhunu aradığını söyleyen Üstad, üç kuvvetli arzunun kendisinde hükmettiğini ifade eder. Lâkin kendisinin fani oluşu o arzuları söndürür, ümidini kırar. Çare arar tıpkı Niyazi-i Mısrî gibi nidalarda bulunur.
Ve ümitsiz bir vaziyette başını önüne eğmişken “Hasbünallahü veni’mel-vekîl” ayeti imdadına yetişir. Günde beş yüz sefer-ki bize ihtardır-okur. Risale-i Nur’da ilmelyakîn olarak tafsili verilen iman nurlarının aynelyakin suretinde tecelli ettiğini yaşar.
“Gayet ehemmiyetli bir muhakeme-i hissî ve gayet ruhlu bir muamele-i imanî ve gayet gizli bir mükâleme-i kalbî suretinde mütenevvi ve derin dertlerime şifa olarak tebarüz etmiş” dediği mânâları hissederek okumak lâzım, yoksa zevk alamaz, der. Bunun için Üstadın bahsettiği manâya tevafuk etmek gerekir. Okunan metni, anlatılan kıssayı yaşamadan ve hissedilmeden idraki mümkün değildir. Yapılan sadece bir ezberdir veya dinlemedir, o kadar.
Hasbiye Ayetinin nüzul sebebi, Hasbiye Risalesinin telif sebebine derman olmuştur. Resul-i Ekrem (asm), bütünüyle ve her şeyi ile fevkalâde sıkıntıda kaldığında Hasbiye Ayetini, Rabbi, rahmetiyle ilham eder. Külliyatta 173 yerde geçen bu ayet, Peygamber Efendimize (asm) olduğu gibi ümmete, Üstada ve bize bir rahmet-i İlâhiyedir.
Cemaat halinde müzakere edilerek okunsa da ferdî olarak da okunup kendi âlemimizde hissederek yaşamamız gereken bu Risalenin okunduğu zemin, kişilerin hâlet-i ruhiyesi, okuyanların seviyesi gibi iç ve dış şartların müsaitliği verimi artıran hususlardır.
Fihristini yazan Hafız Hüseyin Ağabeyimizi buradan rahmetle anarken bu risaleyi okuyanın hayrette kalacağı, kendilerinin istifadelerinden gayrı başkalarının da istifadesine çalışacağı dâvetini ilân edelim.
Fakir ve hakir görülen vücudun mânen yükselmesinin basamakları olan Hasbiye Risalesini mütalâaya devam edelim, inşaallah.
Mehmet Çetin
08.06.2016 Doğanbey Beyşehir Konya