*Bu yazı 2003 yılında kaleme alınmıştır. Hâlâ başörtüsü konusu hassasiyetini muhafaza ettiğini üzüntü ile müşahade etmekteyiz. Mütesettir evlâd ve bacılarımızın derdini paylaşırken, mani olanlara hidayet temenni ederiz.
Rabbimizin emirlerinden tesettürün bir parçası olan başörtüsü, yaşadığımız yılların gündeminde hassasiyetini koruyor. Bu konuya değişik yaklaşımlarla getirilen yorumlar kamuya arzedildi. Herkesin hareketinin ana noktası olan “Tesettür, Allah’ın emri” olmasından ziyade bu emrin anlaşılması, yorumlanması ve uygulanmasındaki farklılıklar maalesef konuya daha farklı ve sarsıcı, hatta tehlikeli hassasiyetler de getirmekte. Diğer tarafdan ise statikonun ve mevcut amir olan kanunların ve tatbikcilerin durumu ise başörtüsüne muhatab olanların en sıkıntılı noktası.
Önündeki hayatına tahsil yaparak devam etmek isteyen kızımızın başörtüsü ile tahsili, ülke içinde zaten mümkün değil. Bunun ötesinde de ülke dışında da yavaş yavaş yasak çemberi genişletilerek yaygınlaştırılmakta.
Şimdi bu konulara muhatap olan kızlarımız ne yapabilirler? Ne yapmalılar? Bunlar kızlarımızın konusu iken bizlere düşen neler olmalı?
Düne kadar sıkıntının bu safhaya erişmeden öncesi okullarda okuyan kızlarımız öğretimin bir kısmında bu sıkıntıyla karşılaşınca artık kesin olan iki durumla karşı karşıya kaldı. Birisi başörtüsünden kesinlikle taviz vermeyerek tavrını netleştirip, olabildiği kadar demokratik yollarla direnip, tahsil hakkını alıncaya kadar kapıda bekleyip ve nihayet üzüntüyle evine dönmek. Diğeri ise “Allah affetsin” diyerek bir takım gerekçe ararcasına açıklamalar yaparak kapıdan içeri açık ve kapıdan dışarıda kapatarak öğretimine vicdani sıkıntılarla, kişilik problemleriyle vs. vs devam etmek.
Başörtülü olarak okuluna devam edemeyen kızlarımız çözüm yolu aradılar. Bir kısmı kendilerine özel sektörde yer aradı, buldu. Kimisi iman hizmetinin bizzat içinde kalarak istihdam edildiler. Evine dönenler ise ayrı ve farklı muamelelerle karşılaştılar. Evlenenler ise yarım kalan tahsilinin özlemiyle evlatlarını büyüttüler.
Okuluna başını açarak devam edenler ise farklı ve öncesinden yaşamadıkları, çok da zorlarına giden bir tepki ile karşılaştılar yakınlarından: İhanet. Yani kalede delik açmakla suçlandılar. Bunlar önceleri çeşitli tedbirlere müracaat etmelerinin ardından aldıkları bu karar; onlara dostun attığı gülün acı hatırası olarak kaldı. Taş gömdüler içlerine. Nihayet kaldıkları evden, dershaneden ve arkadaşlarından uzaklaştırılarak uzaklaştırıldılar. Okulda başını açarak, dışarıda kapatarak devam eden bu kızlarımızın zoruna giden okul arkadaşlarının ve idarenin şüpheli ve bir o kadar da rahatsız edici yaklaşımları idi. Bu belki öteki sıkıntıdan daha baskın idi. Ne İsa’ya ve ne de Musa’ ya yaranamamışlardı. Bütün bunların daha baskını olanı ise içlerindeki, kalblerindeki sonuçlanmayan muhasebe, gizliden gizliye içlerini kemiriyordu… Bir kısmı ise nefsine ve çevresine kapılarak açık hayatını dışarıda da devam ederken, esasında vicdanı sürekli sıkıntılar içerisinde kalmakta.
Başını açmayan kızların aileleri… Açarak devam edenlerin aileleri… Ehl-i iman siyasetçilerin ve idarecilerin halleri… Başörtülü tahsili istemeyenlerin, kimbilir vicdanlarındaki sıkıntıları…
Ve bir dönem böylece gidiyor… Daha doğrusu dönemler.
Maziye bakıyoruz… Günümüze ışık tutabilecek şekilde emsal arıyoruz. Teselli ve çare ararken ansızın günümüz gerçeğiyle kendimize gelerek şimdiki zamana dönüyoruz.
Biz bunlarla meşgul iken kimi kızlarımız bir şekilde okulundan mezun olup hayata atılarak okuldaki şekilde içeride açık dışarıda kapalı olarak hizmet ve hayatlarına devam ediyorlar. Toplumun bir noktasında hizmetlerini “yaralı” şekilde sürdürüyorlar. Bu taraftaki kızlarımız ise yukarıda anlatıldığı gibi devam ediyorlar.
Bu iki kısmın muhakemesini, müşaveresini yapanlar muhasebe konusunda maddi-manevi artı da mı ekside midirler? Elbette Allah bilir ama izn-i İlahi miktarınca kulun da bildiği olmalı herhalde. Elbette Celaleddin-i Harzemşah misali takdir edilecek esas bir emsal. Ama bir şeyleri atlamış olabilir miyiz? Hemen geriye dönük muhasebemizi yapmamız gerekir. Gerekiyorsa iki kerre ikiyi kırk sefer çarpalım. Sonucun doğruluğunu bilmemiz bu konuda muhasebenin tekrarını neden engellesin ki? Doğru bildiğimiz doğruları yeniden doğrulamak en evvela bize fayda verir. Kim bilir nice doğru bildiğimiz yanlışları kaç sene taşıdık? Bir vesile çıkarak düzelttiğimiz yanlışlarımıza hala sahip çıkmadığımız ve onlar için nadim olduğumuz bu konudaki tesellimizdir.
Kaç sene geçti geride?… Ve kaç seneyi alacak bu konu?… Kızlarımıza “inşaallah bu konu hallolacak” larla artık nasıl teselli edeceğimizi şaşırır olduk. Ve dün artık söz dinleyenler bugün kendi kararlarını verirken artık eskisi kadar sanki söz dinlemiyorlar… Köprünün altından akıp giden suları gösteriyorlar.
Evet derenin kenarında beklerken akıp giden su, gittiği yere gidiyor ve biz kalbimizde, dudağımızda buruk dualarla bakakalıyoruz…
Eyvah! Bunları düşünürken küçük kızım büyümüş, yüksek tahsilin kapısına gelmiş. Ne yapacağım şimdi? Bu filmi başından itibaren tekrar oynamak mı? Acaba elimizi açsak “Ve hüve ala külli şey’in Kadir” sin desek sabırsızlık mı gösteririz? Hata yapmakdan korkuyorum.
Su-i zanna değil hüsn-ü zanna memuruz. Bu yazının altından bir şey aramanın gerisinde hiç de uzak olmayan kafamızın içerisinde birşeyler arayalım. Benim yanlışım sizi niye telaşa düşürsün? Esas siz kendi yanlışınızın telaşına düşün. Herkes kendi hesabını verecek. “Ve la taziri”yu derslerde okurken uygulamada nasıl yapacağımızı bilemiyor veya yanlış uyguluyorsak epey işimiz var demektir. Bir konudaki yanlış veya farklı veya “şöyle de düşünemez miyiz” şeklindeki değerlendirme sizi sadece hüsn-ü zanla yeniden düşünmeye, müşavereye sevketmeli.
Başörtülü tahsile çözüm oluncaya kadar hep bunlarla mı meşgul olarak oyalanacağız? Bunlara imtihanın bir çeşidi diyerek mi cevaplayacağız? Bir yerlerde birşeyler eksik gibi geliyor.
Bu yazıyı okumanın değil de yazmanın ne kadar zor olduğunun farkında mısınız? Nice sorgulayıcı düşüncelerin ardından cesaretlenerek kaleme aldım.
Münazarat’tan aldığım meşrûtiyetle müşaverenize arzettiğim bu mülahazamdaki hatalarımdan dolayı Rabbimin affına sığınıyorum. Size de okuduğunuz ve dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.
Mehmet Çetin
2003-Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir