Sekizinci Söz’deki insanın “kendi kendine ünsiyet” etmesi ve hayata bakışın bundan kaynaklanarak etkilenmesi çoktandır dikkatimi çekmekte iidi. İnsanın kendi ile barışık olması, bardağın dolu tarafına bakması, sıkıntılar karşısında çözüm taraftarı olması diye ifade edilen konular hep insanın kendi kendine dostluk, yakınlık ve ünsiyet duyması ile alakalıdır.
Vakti ile okuduğum bir yazıyı anlatmak istediğim konu ile doğrudan alakası olacağı için sizinle paylaşmak istedim. Okuyalım sonra çıkaracağımız derse geçelim.
Bir baba ile kızı dertleşiyorlarmış. Kızı hayatında çok sıkıntı yaşadığını ve bunlarla nasıl baş edeceğini bilemediğini söylemiş babasına. Hatta sıkıntılar ardı arkasına devam ediyormuş hayatında. Babası kızını dinlemiş, dinlemiş ve “Gel, sana bir şey göstereceğim!” diye kızını mutfağa götürmüş. Baba ünlü bir aşçı imiş. Ocağa üç tane eşit büyüklükte tencere koymuş, üçüne de eşit su koymuş ve üçünün de altını aynı miktarda yakmış. Birinci tencereye bir havuç, diğerine bir adet yumurta, diğerine ise bir avuç çekilmemiş kahve çekirdeği koymuş. Her üçünü de tam yirmi dakika pişirmiş. Daha sonra ateşi kesmiş. Masaya iki tane tabak ve bir tane boş bardak koymuş. İlk önce haşlanmış havucu alıp tabağa koymuş. Daha sonra epey pişmiş olan yumurtayı alıp diğer tabağa koymuş. En sonunda suda iyice kaynayarak çözülüp karışmış ve tam kıvamında olan kahveyi de alıp bardağa boşaltmış. Kızına şu soruyu sormuş:
“Kızım ne görüyorsun?” Kızı demiş ki: “havuç, yumurta ve kahve.”
Kızının elinden tutup masaya yaklaştırıp daha yakından bakmasını ve hissetmesini istemiş. Kızı demiş ki:
“Ne görüyorum? Haşlanmış yumuşak bir havuç.” Bunu yaparken çatalı havuca batırmış ve yumuşaklığını hissetmiş. Yumurtaya gelmiş sıra, çok pişmekten içi katılaşmış olan yumurtayı eline almış, hatta bir tarafından masaya vurup, çatlatmış ve içini görmüş. Üçüncü olarak da bir bardak kahveye sıra gelmiş. Biraz içmiş, “Tadı mükemmel”, demiş. Ardından “Baba, bunu niçin bana gösteriyorsun?” diye sormuş.
“Bak demiş, hepsi aynı şekil ve büyüklükteki tencerede, aynı sıcaklıkta, aynı dakika pişti. Fakat hepsi bu etkiye farklı tepki verdiler. Havuç ilk başta sertti, güçlü idi. Ama kaynatılınca yumuşadı hatta güçsüzleşti. Yumurta çok kırılgandı, hafifçe dokunsan çatlayabilirdi, ama kaynatılınca içi sertleşti, hatta katılaştı. Bir avuç çekilmemiş kahve ise yine sertti, hepsi birbirine benziyordu, ama ısıtılınca ne oldu, bu kahve çekirdekleri, ısındılar, gevşediler ve içinde oldukları suya yayıldılar. Koku yaydılar, tat yaydılar ve suyu eşsiz tatta bir kahveye çevirdiler.” Baba, bu izahın ardından beklenen sualini sormuş:
“Kızım sen hangisisin?”
Zorluklarla karşılaştığın zaman nasıl tepki gösteriyorsun?
Sen havuç musun, yumurta mısın, yoksa kahve misin?[1]
Kıymetli okuyucum!
Siz hangisisiniz?
Havuç gibi sert bir kişi misiniz, ama sıkıntıları yaşayınca, yumuşuyor ve güçsüzleşiyor musunuz? Yumurta gibi, içi yumuşak, her an kırılabilir bir kişi misiniz? Yoksa, sıkıntılar karşısında güçleniyor ve sertleşiyor musunuz? Dayanılmaz, geçinilmez mi oluyorsunuz? Yoksa bir kahve çekirdeği gibi misiniz? Kahve sıcak suyu değiştirir, hatta suyun sıcaklığı en üst dereceye çıktığında, en lezzetli kahve ortamı hazır olur. Lezzet maksimuma ulaşır. Eğer siz bu kahve çekirdeği gibi iseniz, çevrenizde ne kadar derdiniz olursa olsun, bunları olumluya çevirebilirsiniz. Çevrenize güzel tatlar, duygular katarsınız. Kendinizi ve çevrenizi daha iyi yapmak için çalışırsınız. Şimdi siz hangisisiniz?
Güzel gören, güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır. Bardağın boş tarafına değil dolu tarafına bakarak; hayatın menfiliklerine değil müspet kısımlarına nazar vererek hareket eden tecrübelerle rahata ve huzura kavuşur.
Hayat bahçesine giren menfiliklerle meşgul yolcu, murdar meyvelerle meşgul olursa istifade edemeden çıkar gider. Aynı bahçeye olumlu bakan, güzeli gören, sıkıntı ve çirkinlerden uzak duran kardeş gibi olgun meyvelerden istifade ederek hayatı kemale erdirmek inşaallah bizim elimizde. Cefa vereni at, safa vereni al.
Biz müspet hareketle mükellefiz. Güzel görmek ve güzel düşünmek şiarımızdır. Hayat tenceresinde kaynayan, kaynadıkça köpüren, köpürdükçe lezzetlenen kahve olmaya var mısınız?
Haydi bismillah!
Mehmet Çetin
10.01.2012-Çiftehavuzlar
[1] Nazlı Hilal Kızılkaya, 365 Güne 365 Öykü, sh. 203, Moralite Yay.
Hayırlı akşamlar Hacı Abi,
Ben sankı havuç gibiyım. Ben akp’liyım. Rahmetlı babam saadet partisı için mucadele ettı, ama ben 3 donemdır akp’ye oy verıyorum. Ben, bu devletımize ne yapmaya çalışıyorlar anlayamadım? Doğrusu sessız kalıyorum.
Kıymetli kardeşim Ozan Kıran’ın paylaşımı
Paylaşımlarınızı ve yazılarınızı keyifle okuyorum. Hikayenin başka bir yorum hali vardı. sizinle paylaşmak istedim. İnşallah hayatımız ve ahiretimiz güzel olur.
Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde
bulunuyormuş.
’Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum’ demiş.
Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı
’Olur’ demiş çekine çekine.
Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini
suyla doldurup üçünün de altını yakmış.
’Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin
bana’ demiş oğluna.
Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve
çekirdeği istemiş…
Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.
Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki
kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba
koymuş.
Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış.
Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş
oğlunu.
Yemek masasında üç tabak duruyormuş.
Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve
çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.
Sonra oğluna dönüp sormuş: ’Ne görüyorsun?’
Oğlu düşünürken açıklamaya
başlamış.’Havuçlar haşlandıkça
aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama
içleri katılaşmış.
Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler
sonunda da öyleler.. ’
Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: ’Evlilikte
aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.
Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu
gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler,
pörsütürler.
Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar
tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe
katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.
Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise,
şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu
kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi
kişiliklerini yitirmezler.
Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları
gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar
geçirmeye isteklidirler.
Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa
benziyordu.
’Asıl ders bu değil!’ dedi baba.
Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde
bıraktığı kapların içinde kalan suları
gösterdi.
’Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak… İkisinde
de bir tat yok ’
Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu
yavaşça bir fincana boşalttı.
Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı.
’İçmek istersin herhalde’ dedi.
Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.
’Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin
paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis
gibi, temiz ve huzur verici.
Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı
taze kahve gibi…
Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve
şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını,
kokularını ve renklerini katmayı
başarırlar.’
Kahve taneleri gibi olabileceğimiz bir yaşam geçirmemiz dileğiyle