Nâ’büdü’deki Üç Taife

Avatar photoPosted by

Na’büdü Mütalâaları-1

Üstad Bediüzzaman, 29.Mektub’da “Kur’ân-ı Hakîm’in esrârı bilinmiyor;” tarzındaki suale cevabı sıralarken Fâtihanın 5. kelimesinde bizi fevkalâde “seyâhat-i hayâliye”[1] ile tefekkür ettirir. Bu “seyâhat-i hayâliye namını verdiği, esasında ise  “nurlu bir hâli”, ve “hakikatlı bir hayâli”[2] şeklindeki ifadeleri ile mevzuun tenviri için hâli bir izah, tesbit, teşhis ve nihayet işaret eder.[3] Bu manâları tesbit edip işaretini yapar, arzu edenlere de ancak hâl ile yaşanabileceğinin izahını yapar.

İmân hakikatları ekseriyetlehâlî ve vicdanî” dir, yoksa “ilmî ve nazarî” değillerdir.[4] İnsan, hareketlerini nizâm altına almayı evvelâ vicdânında hisseder, muhâtab olur, sonra iradesini istimâl ederek, kuvvadan fiile çıkararak ef’ali ile aksettirir.

Dinin, sualin ve teklifin muhatabı insandır. İnsan ise dinini evvelen vicdanında ve hâlinde yaşar. Bu hakikat insanın, dinini yaşamasında olduğu gibi, günlük hayatının bütün muamelelerinde nafîzdir.

Kur’an’ın her bir harfinin hakikat hazinesi olduğunun isbatı sadedindeki mütâlaasında na’büdü sahnesi bizi fevkalade hâli bir sahaya idhal ediyor. Bu, “hâl” ile alakalı olduğu için isbatlanan, labaratuara sokulan vs. nev’inden bir şey olmayıp; talib olan eşhasa nasib olan takdir-i İlâhî, ikram-ı Rabbanî bir “hâl”dir.

Fatihadaki “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” deki birinci çoğul şahıs takılı halini, birinci tekil şahıs takılı halinde, yani “biz” yerine “ben” ifadesi mümkün iken “biz” takılı “isteriz terkibi ile ifadesindeki hikmetin “kalben” mütâlaasına başlar.

Mütâlaa, tulûdan gelmektedir.[5] Tulû ise doğuştur, burada kalbe doğuş manasında anlaşılabilir. Mülahaza edilirse, Risale-i Nur’un insana vermek istediği de bu olmalı. Yazılan bütün Sözler, kalbe bu tulûn olmasını hedeflemekte, vesile olmakta. Esma-i İlahi’nin levh-i mahv ve isbatla eşyadaki tecellisi ile zahir olan eşyanın hakikatı manasındaki tılsımın kalbe tulûsudur arzu edilen, Allahu âlem…

“Elfaz okunurken manalarını düşünmek belâgat mezhebinde vacip olduğuna”[6] göre o halde manalarını düşünerek okumak gerekir. Zira, “Manalar düşünülürse, nazil olduğu gibi okunur; ve o okuyuş, tabiatıyla, zevkiyle hitaba incirar eder.”[7] Manasına dalınarak, idrak ederek adeta yaşanarak yapılan kıraat, insanın tabiatına[8], zevkine tesir ederek[9] lafz-ı Kur’an’daki manalar ile terbiye eder.

“Hatta ‘iyyakena’büdüyü’ okuyan adam, sanki “Kendisini görüyormuşsun gibi Rabbine kullukta bulun” cümlesindeki emre imtisalen okuyor gibi olur.”[10] Bu istikametle devam edilen ibadet, hadisdeki ifade edilen emre imtisali de getirir. Rabbin huzurunda adeta Habibi (asm) ile beraber okumak … O’na teslim olmak, O’nunla beraber olmak…

Dolayısıyla elimizdeki Nur hakikatlarına bu zaviyeden bakarsak; ufkumuzda inkişaflar yaşarız.  Böylece eşyadaki hakikatların mütâlaaları ile yapılan tefekkürlü talimlerle, inşaallah tahkiki iman ile kamil iman  nasib olur.

Mütâlaaya devam edelim. Nun kapısında tulû, devam ediyor. Namazdaki  cemaat hakikatının azîm sırrını şuhut derecesinde gördüğünü söylüyor, Üstad.

Şuhut derecesi imanın aynelyakîn hâli olsa gerek. Bilmenin evveli ilmelyakîn, sonu ise hakkelyakîn idi, aynelyakîn ise ortası. Aynelyakîn, aynınına yakîn olmak…Görülen dumanla ateşin mevcudiyetinin kabulü ilmelyakîn,  ateşi görerek mevcudiyetine vakıf olmak aynelyakîn, ateşi elimizle vs. hissederek, yaşayarak varlığını anlamak ise hakkalyakîne işarettir.

Na’büdü bizi ilmelyakîne değil, aynelyakîne davet ederek, hakkalyakîn yoluna istikamet vermekte.

Na’büdü zamiri üç taife ile beraber ibadete, tefekküre, mütâlaaya davet eder.[11]

Na’büdüyü tatlı hatıralarıyla mütalâya devam…[12]

 

Hülasa, külliyat bahr-i umman,

Yanında durup, dalmayan pişman.

 

Mehmet Çetin

15.10.2010-Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir

 

 


[1] Şualar, B.S.Nursi, sh.956

[2] Mektubat, B.S.Nursi, sh. 667 Ayrıca bu ifade de başlı başına bir mevzu teşkil eder. Yani ne demek hakikatlı bir hayâl? Hakikat ile hayâli yan yana, bir arada nasıl düşünebiliriz? Hakikatten mi hayâle, hayâlden mi hakikata gidiliyor? Risalelerde bu terkibli ifadeyi okuyoruz. Bu da ayrı tahkikat mevzusu.

[3] Yazılarımda müphemiyet bulunması ‘yazarın okuyucuya cilvesidir’  noktasından, tercihimdir. Fikir jimnastiği zihnin zindeliği için ilaçtır. Kolay lokmanın değil zor lokmanın hatırası daha uzun, tadı daha unutulmazdır. Bu müsamaha ile bakılması ricası ile.

[4] Sözler,B.S.Nursi, Sözler, sh. 751, İşaratü’l-İ’caz, sh. 227.

[5] Y.Asya Lugat. Sh.956 ve Devellioğlu Lugat sh.904

[6] İşarat’ül-İ’caz, B.S.Nurs, sh. 41

[7] Age.sh.41

[8] Yani, insanın huy ve alışkanlıklarının Kur’an’î bir veche tebeddülüne, ef’alinin ıslahına vesile olur.

[9] Zevke hitap eden mananın, emrin tatbiki ne kadar leziz olduğu mâlumdur. Böylece okunan mananın, Peygamber Efendimizin (asm) mübarek ağzından, Cebrail (as) dan ve nihayet Rabbimizden nazil oluyormuş gibi dinlemek, okumak ve bütün bu manalara göre hâllenmek, zevk almak, tatbik etmek, muraddır.

[10] Age.sh.42

[11] Üstad, Şualar ve Mektubat’ta bu taifeleri öncelikle camii ve cemaat simasında sonra kâinat simasında en sonunda da insan simasında gördüğünü ifade ederek sıralar. Ancak İşarat’ül-İ’caz’da ise sıralama değişir; önce insan vücüdu sonra ehl-i tevhid siması ve sonunda ise kâinat siması olarak tesbit eder. Biz de bu mütâlaamızda bu sıralamayı tercih ettik. Her iki sıralamada cesed dairesini enfüsî, diğer daireleri ise afakî tefekkür olarak görmek de mümkün.

[12] Süleyman Kösmene’den nakledilen  Vanlı İzzet Oflaz abimiz ile alakalı şu hatırayı burada ifade etme münasebeti geldi: Hemşehrilerinden birisi ile sohbet sırasında mehdilik mevzusunda arkadaşı farklı fikirde. İzzet abi çeşitli izahlar yapar; generali, rütbesi ispat eder, ama rütbesini ise kendisinin değil devletin takması ile general olacağını anlatır. Efendimizin ise peygamberlik delili olarak Kur’an’ı ortaya koyduğu, ama bunu da yüceler yücesinden, Rabbimizden geldiğini, yani kendisinin getirip yapmadığını söyler. Aynen bunlar gibi Bediüzzaman Hazretlerinin ise  ortaya Risale-i Nur Külliyatını koyduğunu, bunun da kendisine ait olmayıp; Kur’an’ın malı olduğunu ifade ettiğini izah eder. Bu izahların arkasından İzzet Oflaz abi ise ‘Bediüzzaman Hazretlerinin mehdilik konusundaki fikrinin ve durumunun ne olduğunu anlamak istiyor isen Kur’an ayetlerinin gizli ve sırlı manalarını tefsir ettiği eserini, yani mesela Na’büdüyü nasıl  tefsir ettiğini bir oku’ der. Arkadaşı neyi okuyacağını anlayamaz ve sorar ‘Ne nünü ne nünü’der.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir