Musibetle gelen hidayet

Avatar photoPosted by

İzmir Bornova’dan Ömer Öcalan Ağabeyimiz anlatıyor:

-Bugün hıçkıra hıçkıra ağladım! diye söze başladı, Musa Bey.

-Hayırdır kardeşim, nedir seni bu kadar üzen?

-Hayırdır, ağabi. Bu gözyaşları tahmin ettiğin gibi üzüntüden ve ümitsizlikten değil, Allah için ağladım!

Musa Bey biraz sakinleştikten sonra:

-Bugün öğle namazını Hisar Camiinde kıldım. Duânın akabinde, İmam Efendi, “İkindi namazı sonrasında Sakal-ı Şerif ziyareti var.” dedi.  Bu güzel habere sevinmiş ve ziyarete niyetlenmiştim. İkindi namazına kadar Karşıyaka’daki işimi hızla görür ve yetişirim demiştim, içimden. İş hayatı hiç de belli oluyor, vaktin çabuk geçtiğini, ikindi ezanı okunurken fark ettim ve çok üzüldüm. Hızlıca en yakın camiye giderek namazı edâ ettim. Yerimden kalkmak üzere iken İmam Efendi “Cemaat, dağılmayın, Sakal-ı Şerif ziyareti var.”deyince kendimi tutamadım. Meğer Peygamber Efendimiz  (asm) benimle imiş, de haberim yokmuş. Yıllardır işlediğim hataların affı için yaptığım tövbemin kabul edilmişliği ümidi heyecanlandırdı ve sevinçten ağladım.

-Bak kardeşim! O kadar güzel ve hissî anlattın ki beni gayrete getirdin, Allah razı olsun, dedim ve kendisini kucaklayarak tebrik ettim. Duygu dolu sohbetin ardından onu uğurlarken, ardından ibretle baktım.

İşyerimin yakınındaki çay ocağına gelir, bir tartışma başlatırdı. Cerbezeli konuşmasından bıkanlar onunla konuşmak istemezlerdi. Peygamber Efendimizin (asm) hanımları hakkında, o zamanları hikmetini bilmediği için ileri geri konuşurdu. Dükkânımıza geldiğinde kendisine Risale-i Nur’dan imanî mevzuları okur ve izahlar yapardık. Saygıyla dinlemesinin yanında itirazını eder ve hemen teslim olmazdı. Zamanla Risale-i Nur’un muknî izahlarına artık itiraz edemez ve dinler hâle gelmişti.

İşte o günlerde yine kahvehânede tartışmalı konuları açtığında, birisi koşarak gelir ve evlâdının dördüncü kattan düştüğü haberini verir. Hemen hastaneye koşar.

Günlerce süren tedavilerin ardından, alınan bütün tedbirlerin sonunda doktorların “Biz yapmamız gerekeni yaptık, artık işimiz Allah’a kaldı.” ifadesi bunun kafasında şimşeklerin çakmasına sebep olur ve kendi kendine şöyle seslenir:

“Yıllardır her şeyi tabiata, tesadüfe verip, kendi kendine olduğunu anlatır dururdum. Sebeplerin bir araya gelmesi ile hayatın devam ettiğini zannederdim. İşte canım evlâdım için gereken bütün tedbirler alındı ama hâlâ bir sonuç alamadık. Yalan mıydı bu kadar iddialarım? Demek ki yıllarca savunduğum şey meğer bir çıkmaz sokakmış.  Asıl yol, o eleştirdiğim Peygamberimizin yolu imiş.”

Nefsi ile nasıl bir mücadele yaptığını bilemem, ancak bir seferinde yakın akrabasına kendisini sorduğumuzda şu cevabı verdiler: “Sabuncu Belinden geçerken, kelime-i şehadet getiriyor. Hâlbuki en sinir olduğu şey, bu idi. Bugün artık hidayete ermiş durumda.”

İnsanoğlunun hâli hiç belli olmuyor. Sahip olduğu mal ve makam, onun ağır imtihan geçirmesine sebep olurken, başına gelen nice musibetler de hidayete ermesine vesile olabilmekte. Evet, hidayet büyük bir nimet, vicdanî bir lezzet ve ruhun Cennetidir.

Sonradan öğrendiğimize göre bu yazının kahramanı Musa Akgün kardeşimiz, Hakk’ın rahmetine gitmiş ve inşaallah hayırsever ve dürüstlüğüne de mükâfaten Cennet’i kazananlardan olur.

Mehmet Çetin

19.06.2017 Yeni Foça İzmir

 

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir