–Londra notlarından…
Bediüzzaman, bu ifadesiyle acaba ne demek istedi?
Son zamanlarını sarsıntı ve inkılaplarla geçiren Osmanlı Devleti’nde, eski hâlin muhal ya yeni hâlin ıslâhla kabulü veya izmihlâlin cebrî tercihi söz konusuydu. 13 Nisan 1909 da Lemeân-i Hakikat ve İzâle-i Şübühat başlıklı makalesi ile Bediüzzaman, 24 Temmuz 1908 de ilân edilen 2. Meşrutiyetin doğru okunması ve aradaki saptırmaların engellenmesine gayret eder. 31 Mart’ın öncesi ve sonrası karışık zemin ve zamanlarda kafası da karışık olanlardan bazıları Şeriat isteyenlere “mürteci” der. Şeriat ki İslâm’ın ta kendisidir, insanın dünyevî ve uhrevî saadet ve selametine vesiledir. Gerici yaftasını ve iftirasını atanların şüphe ve iftirasını kaldırmak, hakikatin parıltılarını göstermek üzere Bediüzzaman, kendisine yönlendirilen vehmî bir suali irşada vesile kılar.
Batı’yı körü körüne taklid ederek dine hoşgörüsüz müfsitler ile dinde hassas ancak aklî muhakemede noksan olanların gererek kutuplaştırdığı zeminin siyasal ve sosyolojik bir tahlili yapılır. O günün meşrutiyetini bu günün demokrasisini iyi kavrayamayan ve birbirine anarşist ve mürteci diyen bu iki yaklaşımın iktidarında, maalesef istibdadın hâkim olduğunu tarihe not düşeriz.
Meşrutiyeti sindiremeyen, anlayamayarak kafası bulanık, kararsız ve dengesizlerin hareketi, insanı tahrik ederek neredeyse “onlar dinsiz ve anarşist demeye mecbur ederler.” noktasına getirir. İşte bunlara: “Meşrutiyeti safsata ve hile ile muhafaza edemediniz belki muallak bıraktınız” denilir. Bu arızalarla askıda kalan“meşrutiyeti, Şeriat kuvvetiyle muhafaza ve kökleştirmek.” gerekirdi. Muvazenesiz hareket edenlerin “Zerre kadar insafları olsa idi,” meşrutiyetin kıymetini bilir sahip çıkarlardı. Aksine “o fevzavî (anarşik) mesleğinde olmayan her adama mürteci demezlerdi.”. Esasında meşrutiyeti içine sindiremeyenlerin kendi yaklaşım ve yollarında, itham ettikleri irticaa kadar dalları ve kolları var. Bölük pörçüktür. Öylesine bir cerbeze ve yanılgı içerisindedirler ki onlar “Londra’da olmayan elbette Çin’dedir.”diyecek kadar karşılıklı kutuplaşmadadır, siyah veya beyaz gibi veya ya bizdensin ya da onlardan gibi. Bu haliyle onlar “ ‘Cerbezeli ve safsatalı olmayan elbette ebleh ve gabidir’ diyenlerin hezeyanları gibi hezeyan ediyor.” Bunlar kendi anlayışının dışındakileri ya aptal veya geri ve kaba görürler. Ve esasında bu anlayışa sahip olanlar ne yazık ki Londra ve Çin’de değil İstanbul ve Haremeyn’dedirler yani içimizdedirler. İşin doğrusu onlar gibi cerbeze yapmayanlar, aksine hikmetli düşünenlerdir, orta yolu bulanlardır.
Her dönemin dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan diye tanımlanan vasıflarda Derviş Vahdetî’leri olacaktır; tıpkı günlük hayatımızdakiler gibi, tıpkı maksadını aşan bazı söz ve ifadelerimizde olduğu gibi, belki de düşüncelerimizde olduğu gibi vs. İnsan kusurdan hâli değildir, hakkı gördükten sonra tâbi olması şiarıdır. Ancak doğru tarafta iken hatalı yaklaşımlar ve muvazenesiz hareketler ile hakkı saptıranların vebali pek büyüktür. Sapı bizden olan baltanın darbesinin çok acı verdiği gibi.
Tekrar soralım: Bediüzzaman, bu ifadesiyle acaba ne demek istedi?
Mehmet Çetin
24.01.2017 Londra