Fetvaya yetkimizin olmamasına rağmen, ama meslek ve konu alanımız olması sebebiyle ve bu konudaki araştırmalarımıza dayanarak kardeşlerimize hatırlatmalarda bulunmak isteriz.
Kuyumcu, zekât hesaplamalarını iyi bilme konusundaki sorumluluğu sadece kendi mal varlığından değildir. Kendisine güvenerek gelip zekâtının hesaplatılmasını isteyen müşterilerinden dolayı da vazife düşmektedir.
İki şekilde hesaplanır. Her ayar ürünleri kendi cinsinden hesaplayıp vermek veya hasa çevirerek has toplamından hesaplamak. Bunu biraz açalım:
Kuyumcu, vitrinindeki aynı ayar grubundaki ürünlerini toplayarak zekâtını hesaplayabilir. Meselâ 14 ayar ürünlerin toplamı, % 2,5 ile çarpılarak 14 ayar ürünlerin zekâtı hesaplanmış olur. Her ayar ürünleri böyle hesapladıktan sonra bunları aynı cins olarak verdiği gibi muadili para olarak verebilir.
Bir diğer hesaplama şekli de şöyledir. Her ayardaki emtiayı kendi milyemi ile hasa çevirip has miktarlarını toplar. Has toplamını da % 2,5 ile çarparak zekât tespit edilir. Her zekât ödediğinde bu toplam has miktarından düşer.
Zekâtı, has olarak bizzat altının kendi ayar cinsi ile ödeyebildiği gibi para ve gıda/giyecek olarak da ödeyebilir. Ancak para ve gıda hasa çevrilip ödenecek zekât toplamında düşülür.
Peki, vitrindeki ürünün işçilikleri zekât matrahına dâhil edilecek mi? Bu konuda fetva ve takva yorumları var.
İşçilik itibari bir değerdir. Mal gibi somut bir değer değildir. Ayrıca kuyumculukta işçilik, mal ile beraber satılır, geri dönüşlerde veya toptancıya yeni ve işçilikli ürünü satmada işçilik hesabı yapılmaz. Kendi başına işçiliğin alım satımı kuyumculukta söz konusu değil. Yani kumaşa yapılan işçilikle elbise olup ödeme yapıldığı gibidir. Yoksa müstakil olarak, malzeme olmadan işçilik söz konusu olamaz.
Vitrinde işçilikli mal satılır ve alınan para tekrar altına dönerek ana sermayeye artı altın olarak değer katar. Yani işçiliksiz 100 lira olan altın, işçiliği ve kârı ile 110 liraya satıldığında 10 liralık artı değer getirdi demektir. Bu 10 lira altına çevrilerek vitrindeki altının miktarına 10 liralık bir ağırlık kazandırır. Satılmamış, paraya ve dolayısıyla mala dönmemiş işçilik ağırlık veya tartı noktasından bir değer ifade etmemekte. O halde işçiliği ile satılan maldaki işçilik bir sonraki malın içerisinde artı mal olarak bulunduğu için zekâta ancak o zaman dâhil olabilmektedir. O hâlde, zekât hesabının yapılacağı zaman vitrinde bulunan mal sadece kendi orijinal ayar veya milyemleri ile işçiliksiz hesaplanmalıdır. Henüz satılıp para ya da mala dönüşmemiş ürünler, maliyetinden, kendi milyeminden veya cinsinden zekâtı hesaplanır. Satıldığında hâsıl olacak kazanç için şimdiden zekât hesabına dâhil edilmez.
Yukarıdaki yorum, işin ruhsat veya fetvasına yönelik olanıdır. Azimet ya da takvayı esas alan yorum ise işçiliğin zekâtının hesaplanarak verilmesidir. İşçiliği bir değer olarak görüp onu zekât matrahına dâhil etmek, zekât miktarını artırarak daha fazla zekât vermeye sebep olur ki bu yönüyle takdir edilecek bir davranıştır. Bizim de vicdanımız bu istikamettedir.
Bu hesaplamada, işçilikler gruplandırılıp tesbiti yapılarak toplanıp % 2,5 miktarı (kırkta biri) zekât olarak verilir.
İmalatçının, toptancının elindeki ürünler için de aynı hesaplama söz konusudur. İşçilikler ruhsat noktasından bakıldığında zekât matrahına dâhil edilmez, azimet noktasından ise isteyen dâhil ederek zekâtını verebilir.
Altınla beraber başka madenlerle (mesela gümüş gibi) karışık ürünlerdeki altın ve gümüşün miktarları ayrılarak kendi ayarı üzerinden zekâtı tahakkuk ettirilir.
Her ne kadar kitaplarda eritmekle erimeyenlerin zekâtı olmaz denilse de pırlanta türü ürünlerin değeri, altından fazla olduğu için zekâtının olması gerektiğini bu satırlardan muhatabı hocalarımıza arz ederiz. Ticarî ürün olan pırlantalar elbette zekâta tabiidir, buradaki bahsimiz, evinde ziynet olarak bulundurulan pırlanta üzerinedir.
Kuyumcu iş yerindekilerin zekâtını hesaplar iken evindeki mal varlığı nisap miktarını (80,18 gr) aşıyorsa onlarında zekâtını hesaplamayı unutmamalıdır.
İlgili konular ayrıntılı olarak İslâm’da Kuyumculuk isimli kitabımızda vardır.
Allah zekâtını hakkıyla hesaplayan ve veren kullarından eylesin. Âmin.
Mehmet Çetin
26.05.2018 Bostanlı İzmir
Rafet Kalyoncu Beyin yorumu:
Mehmet Bey,
Zekat konusunda hassasiyetiniz takdire şayan..
Evet, zekât İslâm’ın bir şartıdır. Zenginlerimiz zekâtlarını hakkıyla verseler herhalde cemiyette fakr-u zaruret içinde kimse kalmaz. Malumâliniz ayette (Tevbe/60) sekiz sınıf sıralanmakla birlikte esas olan zekâtın fakirin hakkı olduğudur. İslâm’ın ilk dönemlerinde devletin görevlendirdiği memurlar vasıtasıyla zekât toplama usulünden daha sonra vazgeçilerek, mükelleflerin doğrudan fakiri bulup, zekâtlarını vermeleri yoluna gidilmiştir.
Günümüzde dini faaliyet adı altında geçimlerini dinden sağlayan bazı vakıf, dernek, tarikat, cemaatler, etkili oldukları kişilerin zekâtlarını adeta gasp etmektedirler. Bugün için zekât meselesinde en büyük sorun bu olsa gerek..
Zikredilen bu oluşumların faaliyetlerini benimseyip yardım etmek isteyen olursa elbette yardım edebilir, ama zekât olarak değil.. Eskiden, medrese talebelerine zekât verilebileceği hususundaki fetvalar da bugünkü uygulamaya emsal teşkil etmez.
Genelde dini hassasiyeti olmayan zenginimiz zaten zekâtını vermiyor. Verenler daha çok mütevazi serveti olan dindar kesim. Onların zekâtı da çoğunlukla, cihat ettiğini sanan bir takım aracı istismarcılara gidiyor. Hadiste beyan edilen; “Zekâtın fakir ile zengin arasında bir köprü olduğu” hususu gerçekleşmiyor.
Bu hususta, doğrudan fakirlere ulaşamayan mükelleflere yardımcı olmak maksadıyla, sırf bu amaçla faaliyet gösterecek kuruluşlara ihtiyaç olduğu da bir gerçektir. Fakat, bu müesseseler, topladıkları zekâtları sadece fakirlere ulaştırmak görevini üstlenmiş olmalı, başka maksatlar için harcamamalı..
Selâm ve muhabbetle
Cevabımız:
Yeni Asya’da Mütalâa köşemizdeki hem yer ve hemde işlenen konu sebebiyle tek mevzu üzerinde özetleyerek durduk. Bahsettiğiniz konular daha ziyadesiyle izah isteyen konular olduğu gibi İlahiyat tahsilli kardeşlerin cevap vermesi isabetli olur derim. Selam ve dualar. M.Ç.