Emirdağı Lahikası’nın 298. Sıradaki mektup ile 289. sıradaki, aynı konuyu anlatır.
Ayrıca Tarihçe-i Hayat’ın Isparta Hayatı kısmında da yer alır.
1950 yılında, DP iktidarının Temmuz ayındaki umumî af kanuniyle serbest seyahat etme imkânına kavuşan Üstad, bir buçuk sene tedbiren bekleyerek 1951 yılının son aylarında Emirdağı’na yakın olan Eskişehir’e seyahat eder. Orada çok talebeleri olmakla beraber tayyarecilerden Risale-i Nur ile imana kavuşan insanlarda var idi.
Yirmi yedi yıl sonrası ilk seyahatinin, ilk durağı Yıldız Oteli’dir. 1371 Hicrî yılının yılbaşısına tevafuk eden 20.11.1951 günü gider ve tahminen bir ay kadar kalır. Yapılan sohbetler, dokuz gün sonrasında kaleme alınır ve Üstad’ın tashihi sonrasında Lâhika’ya dâhil edilir.
29.11.1951 tarihli Emirdağ Lâhikası’ndaki 298.Mektub’un ana konusu “Kaderin Adaleti”dir.
Üstad, yaşadığı emsalsiz işkencelere karşı “Bu mektupta bir ince mesele” diye ortaya koyup ve yürekleri sızlatan ithamlara karşı enfüsî muhasebesini ifşa eder. Ve o muhasebeden hayatımıza yansıması gereken vasıfları tek tek sıralar. Ama hepsinin özünde “hizmet-i Kur’âni’yenin maddi ve manevî terakkiyata alet edilmemesi” prensibinin yer almasını ısrarla tenbihler.
Daha sonra, bu mektup Eşref Edip tarafından gazete lisanına uydurularak Sebîlüreşâd’ın Aralık 1951 sayılı nüshasında “Konuşan Yalnız Hakikattır” başlığıyla neşredilir.[1]
Bu iki mektubun birincisi (298.) Üstadın ismi ile, ikincisi (289.) ise isimsiz olarak Emirdağı Lahikası 2. de bulunmaktadır. Eşref Edib’in tanzim ettiği ikinci mektubun muhtevası tamamen Üstadın kullandığı ifadeler olup yine Üstadın tashihinden geçerek, Külliyat’a dâhil edilmiştir.
Bilinen ve yıllardır okunan “Konuşan Yalnız Hakikattir” başlıklı yazının lafız ve manasının Üstad’a ait, ama tanziminin Üstad’a ait olmaması şekli ile neşri, yadırganmamalıdır.
Zira, Emirdağ Lâhikası’nın 198. Mektubunda Risale-i Nur’a taraftar olan-olmayan, dost-düşman ayırmaksızın, birilerinin; Nur’lardan bazı kısımları, kendi namlarına neşretmeleri durumunda Üstad, hakkını helal ettiğini ifade eder. Kaldı ki 289. Mektupta Eşref Edib’in ismi geçmemektedir.
Birilerine, Risale-i Nur’dan imanî bahis anlatılırken o anki makam veya durum gereği Üstad’ın veya Külliyat’ın isminin verilememesi, sizi sorumlu durumuna düşürmez. Yeter ki art niyet olmasın.
Burada dikkat edilmesi gereken konu, iman hakikatlerinin tebliğinde “Said yoktur, Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattir, hakikat-i imaniyedir.” prensibi esas edilsin, nefsin evhâmı sussun, şeytanın desiseleri tesirsiz kalsın. İmana muhtaç olan ve dinleyen anlasın ki “Yalnız hakikat” konuşuyor.
Mehmet Çetin
13.12.2017 Bostanlı İzmir
[1] A. Badıllı, Mufassal T. Hayat, c. 3. S. 1598 (Timaş, 1990); Ahmed Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında, c. 5, s. 250
S. A. Güzel bir değerlendirme ve tahlil… Kalemine kalbine sağlık….
“Said yoktur….” Meselesini biraz açmak lüzumunu gördüm. Said olmaz mı hiç? Said’in ilim, kudret ve ehliyeti yoktur da ne demek? Halbuki bunların olduğunu hem de en zirvede olduğunu biliyoruz… Bediüzzaman’da tamda bunların hepsi demek… Peki Üstad neden yok diyor? Bu çelişki mi, tevazu mu, yoksa dikkati başka bir noktaya mı çekmek istiyor? Bence evet… Dikkatlerimizi Risale-i Nur’un yazdırılış anına ve özel durumuna çekmek istediği kanaatindeyim… Evet gerçekten de R. Nurların yazdırılışında Said’in ilminin, kudretinin ve zekâsının tesiri, katkısı yoktur… Konuşan, yani yazdırılan yalnız ve saf hakikattir. Âdeta önünde ekran açılıyor, o okuyor katip yazıyor…. Bunun böyle olduğu Son Şahitlerde kâtiplerin naklettikleri hatıralarda açıkça görülüyor… Ben yıllardır Üstad tevazu gösteriyor diye sathi ve kolaycı bir algı ile bir de “Estağfurullah” diyerek okuyup geçiyordum ama derinden derine tatmin olamadığımı fark ettim… Sonra bu zaviyeden bakınca mesele yerine oturdu. Hiç estağfurullah, demeye gerek yok Hz. Üstad her zaman olduğu gibi hakikati söylüyor…. Konuşan Yalnız Hakikattir…
Selam ve dua ile fiemanillah.
Maşaallah. Çok güzel bir ikaz ve izah olmuş. Bu mevzu yani KONUŞAN YALNIZ KAKİKATTIR dersi bana göre hem bir vasiyet hem de bir manifestodur. Ki bu tezimi doğrulayan kelimeler, cümleler aynı makalenin içerisinde mevcuttur.
Ayrıca bir noktaya dikkat çekmek ve imanımı paylaşmak isterim.
SAİD YOKTUR. SAİDİN KUDRET VE EHLİYETİ DE YOKTUR. KONUŞAN YALNIZ HAKİKATTİR. cümlelerini yıllarca okurken Üstada hürmeten ESTAĞFURULLAH deyip üstad burda tevazu gösteriyor diye izah ederdik. Fakat bu izah zihnimde ve kalbimde tatmin etmezdi.
Üstadın hayatını anlatan senaryo çalışmam sürecinde bütün hatıraları ve bilhassa Risalelerin yazdırılması anını yaşananları anlatan kâtiplerin anlattıkları benim imanımı bir üst dereceye taşıdı. Şöyleki: SAİD YOKTUR. SAİDİN KUDRET VE EHLİYETİ DE YOKTUR. Bu doğru olamaz. Şu halde burada dikkat çekilmek istenen başka bir sır var. Anladım ki Üstad burada tevazu göstermiyor tam olarak hakikati naklediyor. Yâni Risale-i Nur’un yazdırılma esnasında SAİD’İN İLMİNİN, İLMİ KUDRETİNİN DAHLİ YOKTUR. YAZDIRILANLAR HAKİKATİN TA KENDİSİDİR VE YALNICA HAKİKATTİR. şöyle de diyebiliriz: İlham esnasında bir ekran açılıyor, Üstad da sadece ve sadece ekranda gördüğünü söylüyor, naklediyor. İlminin dahli yok. Muhakkak ki bu şekilde iman etmek mayınlı tarlada yürümek gibidir. Yani SEN ÜSTADA VAHİY Mİ GELDİ demek istiyorsun? diye bir suçlamayla muhatap olma riski var. Ben de tüm imanımla EVET VAHİY GELDİ! diyorum. Bir şart ve bir izahla. Biz vahiy deyince vahyin kavramsal anlamını zihnimizde dondurmuşuz. Vahiy tek bir format değil ki. Vahyin birçok kademesi var. Kur’ân’da, BİZ ARIYA VAHYETTİK ifadesi yok mu? Şimdi arı peygamber mi oldu? İlham, sünuhat, kalbe doğuşlar, hads denilen hâletler hepsi vahyin alt kademeleridir. Hatta içgüdü denilen hâdise dahi bu kademelerde biridir.
YOKSA SAİD’İN İLMİ OLMAZ MI? Olmasaydı, yok idiyse BEDİÜZZAMAN unvanını nasıl aldı? Eski SAİD dönemi eserlerinde SAİD’İN İLMİNİN ve ilmi kudretinin dahli vardır. Fakat Risale-i Nur’da yoktur.
EHLİYETİ de yoktur meselesine gelince. Bazı Risaleler yazdırıldıktan sonra Üstad bazı düzeltmeler yapmak, tashih değil düzeltme, yani ifadelerde kelimelerde değişiklik yapmak istiyor, teşebbüs etmek istiyor fakat İZİN YOK KARDEŞİM deyip vazgeçiyor. Bu ne demek? İşte bunun arkasındaki sırrı kavrayıp buna göre iman edersek Üstadın güya kendi yazdığı Risaleler okunurken diz çöküp BEN DE SİZİN BİR DERS ARKADAŞINIZIM deyişini ve Risaleleri bir ÜSTAD gibi telakki edişini hakkıyla ve hakikatiyle anlayabiliriz.
Daha çok şeyler, sırlar yazmak isterdim fakat bu kadarla kifayet etmek gerekti. Son olarak şunu ifade ederek hitam vereyim. Bu yazdıklarım benim imanımdır, kimseyi bağlamaz ve kimsenin de niye böyle inanıyorsun diye suçlamaya hakkı yoktur.