Kadîr-i Mutlak’ın kudreti zâtîdir-3

Avatar photoPosted by

Allâh’ın Sıfatları- 3
Allah’ın sıfatları zatının ne aynısı ne de gayrisidir. Zatı ile kaim, ezeli ve ebedi sıfatlarıdır. Allah’ın sıfatları kendisine vaciptir, olmazsa olmazıdır, bu sıfatlarsız düşünülemez, ama bu sıfatlar Zatının ta kendisi de değildir. Bu sıfatlar mutlak kemal manasındadır. Dolayısıyla bu sıfatlarda mertebe aranamaz, mertebesizdir.

Zâtî olan bir şeyde mertebe yoktur, zira zâtî sıfatlar mertebeden müstağni ve mutlak kemal manasındadır. Mutlak kemalde olan bir şeyde, derece ve mertebe diye bir şey olmaz. Zira mertebe, eksik bir halden, eksik olmayan hale geçmek demektir. Allah zaten en mükemmel ve kamil bir mahiyette olduğu için, başka bir kemal noktası yok ki, oraya intikal etsin, mertebe atlasın. Ezeli bir ilim ve kudret zaten mertebelerin en kâmilinde ve en mükemmelindedir. Bu yüzden, zati ve ezeli olan bu sıfatlarda mertebe ve derece diye bir şey yoktur, olamaz.

Madem Kadîr-i Mutlak’ın kudreti zâtîdir, mümkinat olan mahlûkat gibi ârızî ve sonradan yaratılma değildir ve mutlak kemaldedir. Onun zıddı olan acz ise, muhaldir ki müdahale etsin. Demek bir baharı halk etmek, Zât-ı Zülcelal’ine bir çiçek kadar ehvendir. Eğer baharın yaratılması işi esbaba isnat edilse; bir çiçek bir bahar kadar ağır olur. Hem bütün insanları ihya edip haşretmek, bir nefsin ihyası gibi kolaydır. Allah’ın kudreti karşısında az ile çok, cüz ile külli birdir. Bir insanı yaratmak ile bütün insanları yaratması arasında fark yoktur.

Güneşin ışığı zatındandır. Bu ışığın olması, çoğalması ve devamı için güneş dışarıdan hiçbir şeye muhtaç değildir. Dolayısıyla bu özelliği zâtîdir. Ayın ışığı ise zâtî değildir, arızîdir. Ay kendi zatında kesif ve karanlıklıdır. Güneşten gelen ışığı yansıtır. Güneşin ışığı zâtî olduğu için karanlık müdahale edemiyor, ayın ışığı zâtî olmadığı, arızî olduğu için karanlık müdahale edebiliyor. Bizdeki sıfatlar zâtî olmadığı arızî olduğu için vakti geldiğinde zıddına dönüşüyor. Gören göz, göremez hale, konuşan dil, konuşamaz hale, tutan el, tutamaz hale gelmekte. Acz ve fakr müdahale etmekte.

Zâtî hususiyete mahlukatın da izn-i İlahî ile sahip olması mümkindir. İşte güneş misali. Işığı kendisinin zâtî özelliğidir. Arzın, merkezinin sıcak olması dünyanın zâtî özelliğidir. Ancak  bu mevcudat bu hususiyetleri ile bir vakte kadar sınırlıdır, -haşa- bu özellikleri ile ilah olamazlar, öyle de anlaşılmamalı. Evet, hakiki ve daimî manada zâtî özellikler elbette Allah’a mahsustur.

Mahlukata konulan zatî hususiyetler ise kıyas yapılabilmesi için verilen sıfatlardır, cüz’idir. Eşya ile münasebetlerde, tabiat üzerindeki esma-i İlahiyenin okunması, tefekkürün yapılması için verilen hayat, ilim, irade, kudret, işitme, görme ve konuşma” sıfatlarını kullanırız. Ancak bunlar sınırlı kudret ve kuvvette, sınırlı zamandadır. Bunlar bizde sonradan ihdas edilen, zatî olmayan özellikler olduğu için zıddı olan özelliklerin müdahalesi her zaman için mümkindir. İlmimiz ile pek çok şeyi bilebilirken bilemediğimiz durumlarda bilememe aczi müdahale eder. İşitme ve görmede sınırımıza kadar görebilir ve işitebiliriz. Kaldı ki bu da sınırlıdır. Yani şu kadarını görebiliriz o kadar. Devamlılığı noktasında bile aciziz. Bir zaman gelir gözlük, kulaklık takma ile aczimiz ortaya çıkıverir. Esasında, bu hususiyetler bir kıyas için verildiği, numune nevinden olduğu için sınırlıdır, hadisdir, zati değildir.

Mezkur sıfatların mutlak kamil manasında olması  ise, Allah’a ait sıfatlardır. Zatî olma özelliği noktasından bizdeki gibi aczin müdahalesi, zıddın tesiri, üst mertebenin tahriki vs muhaldir.

Allâh’ın sıfatları ve esması hep birbirini gerektirir, aynı anda bir eşyaya tecellisi olma durumunda diğer sıfat ve esmalarının da tecellisi olmaktadır. Ancak bu sıfat ve esma Zat’ının lazım-ı zarurisi olmakla beraber Zat’ından ne ayrıdır ve ne de gayrıdır.

Bu hakikatlerin bir anda idraki belki mümkin olmayabilir. Bilgi tekrarlar ile algılanmakta, yine tekrarlar ile kuvvet bulmakta ve hatta yine tekrarlar ile devamı sağlanmaktadır. Bilginin elde edilmesinin tek ve yegane yolu okumaktır. Gözlem, dinlemek yine okumanın küçük kardeşidir ve okumaya bağlıdır. Bardağın taşması için dolması gerekir.

Anlamak, hissetmek, yaşamak ve hatta anlatmak; taşmanın ifadesidir. Bilginiz ne kadar da çok olsa, okyanus da olsa ilave edilen bir bardağın fazlalığı ve farkı vardır. Küçük görülen damlalar, bardağı doldurmakta ve taşmasına yol açmakta.

Okunan her risale, dinlenen her ders, yapılan her sohbet bir damladır. Tekrar bu bilgileri tazeler, kuvvetlendirir. İmanın kuvvetlenmesi okumaktan, tekrar tekrar okumaktan geçer. Bileni bilmeyenden ayıran husus okumak ile kaimdir.

Okumak;  Risale-i Nur’u okumak, kianatı okumak, esma ve sıfat-ı İlâhi’yi okumak, dönüp kendimizi okumak ve Rab’be muhatap olmak…

Mehmet Çetin

14.02.2012-Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir