Na’büdü Mütalâaları-6
“Allah’ım bize, hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasip et;
batılı da batıl olarak göster ve ondan da sakınmayı nasip et, amin.”[1]
Fâtiha, hayâtımızın her anını terbiye edecek kıvâmda nümûne bir sûredir. Âyetlerinin tanzîmindeki sıralama ise ayrı bir noktaya dikkat çeker.
Hidâyet, bu sûrenin altıncı âyetinin konusu. Demek ki hidâyeti isterken öncesinde yapılması iktizâ eden hazırlıklar var. Belki de beş basamak var.
Duada nizâm var ve olmalı. Evvelen muhatâba ismi ile başlamalı. Teşekkür ile devam edilmeli.[2] Muhatâbın güzel sıfatları zikredilmeli. Tâzimle yüceltilmeli. Kendisinden yardım istediğimiz açık ve net olarak söylenmeli. Edeb ve nezaket gereği, taleb bu güzel ifadelerin arasında olmalı ki kabule yakın olsun.
Bir önceki âyette istiâne yapılırken âdeta âyetinde Rabbimiz sorar: ‘Ne istiyorsun?’ der. Kul hemen cevabı verir, talebini takdim eder: “İhdinâ” der. [3] Böylece ilk talebimizin hidâyet olması gerektiğini Rabbimiz ta’lim ediyor. İhtiyâçlarımızın evvelinde hidâyet temenni ederek daha sonraki dualarımızın istikametini ta’yîn ederiz.
İstenilen şeylerin ayrı ayrı ve çok olması ‘bize hidâyet ver’ manâsının da ayrı ayrı ve çok olmasını icâb ediyor. İnsanın ihtiyâçları ayrı ayrı olduğu için talebleri de çok olacaktır. Bu yardımlarının tedârikinde elbette Rabbinden istiânede bulunacak. En güzel yardım isteme ise hidâyet ile mümkündür. Ayetin devamındaki ‘sırâtel müstakîm’de hidâyet fevkalâde mühimdir. İstikâmet ancak hidâyetle temin edilir. İfrat ve tefrite düşmeden adalet ve istikâmet Rabbin vereceği hidâyet ile tahakkuk eder.
Çok şeyleri isteyen insan, âciz ve fakirdir. İhtiyâçlarının karşılanmasında fakir, korktuklarının def’edilmesinde de âcizdir. Dolayısıyla istiâneye muhtaçtır. Yardıma bu derece muhtâç olan insan bunları ancak kudreti nihayetsiz Rabbine ilticâ’ ile taleb eder, dua eder.
Bir çiçeği istediği gibi koca bir baharı da isteyen insan, ihdinâ ile başka ihtiyâçlarını da bir manâda dile getirir.
İhdinâyı, âdeta dört nev’i insan söyler:
Eğer bir mü’min hidâyet istiyorsa, sebât ve devam manâsı anlaşılır. Bu ihtiyâçlarının başında ihdinâ talebinin iktîzası olarak hidâyette sebât ve devam etmesi hakikatını idrâk etmesi lazım. Samimiyet ve âkıbet; sebât ve devamdadır.
Eğer hidâyeti zengin olan isterse ziyâde manâsını ifade eder. Hâli vakti yerinde mü’min mevcud malının ziyâdeleşmesini ister. Malda ve şükürde ziyâde manası anlaşılır.
Hidâyeti fakir olan isterse ihsân etme manasını ifade eder. Zira fakir, ihsân edilmek ister. Fakirliğinin geçmesini, rahatlığa ermesini ister.
Zayıf bir mü’min hidâyet isterse, hem destek ve hem de muvaffak olmak için yardım ister. ‘Ben âcizim, benim âcizliğime ancak dosdoğru yol uygun olur.’[4]
Evet, Rabbimiz “Her şeyi halk ve hidâyet etmiştir.” hükmünde de bir çok manâlar saklıdır. Zahirî ve batınî duyguları yaratmıştır. Bu hâsseleri hem kullanmak ve hem de istikâmetle kullanmak için hidâyeti istemek gerekir.
Hidâyet dört değişik manâlarda da anlaşılır. Bu manâları kul hayatında ihtiyâç ve vaziyetine göre isti’mâl eder ve Rabbinden yardım ister.
Zahirî ve batınî duyguların istikâmetle isti’mâlinde hidâyeti taleb eden kul, böylece hayâtının ibadetle geçmesini ister.
Afakî ve haricî delillerde hidâyet ister. Bu delillerin idrâkinde yardım ister. Bunlarla hidâyete ermek murad eder.
Enfüsî ve dahilî delillerde dalâlete sapmaması için hidâyet temenni eder.
Afakî ve haricî delilleri halketmiştir, bunlarda Rabbimizin yardımı ile kullanılır. Dışımızdaki ve içimizdekilerden istifâde etmek ancak Allah’ın yardımı ile mümkündür.
Peygamberlerin gelmesi, ellerinde kitaplarının olması, bunlara tâbi olunmasında Rabbimizin hidâyetine ihtiyaç var ve yine Rabbimizin yardımı manâsındadır. Doğru yolu, işin doğrusunu irsal ettiği nebîleri, inzal ettiği kitapları vasıtası ile öğreniyoruz. [5]
Mükellefiyetin yerine getirilmesi konusunda güç ve kuvvetin ancak Allah’tan geleceğini idrâk edilmesi gerekir. Bu da fâtihanın bu ayete kadarki ayetlerle sıralanan sıfat-ı İlâhiyenin azametinin idrâki ile mümkündür. Bu azamete sahip bir Rabbe, ubudiyetle mukâbele edilmesi elzemdir, vazifedir. Bu şuûr, insana heyecân ve gayret verir.
İnsan hidâyeti gördüğünde Hâdî’yi hatırlamalı, nimetten Mün’im-i Hakikiyi hatırlamak gerektiği gibi. Hidâyet, hayırlı ve iyi olan şeye ulaşma için kullanılır. Hırsıza yol göstermeye, yardım etmeye hidâyet denmez. Bundan dolayıdır ki hak ile batılı ayırmak manâsındaki yardıma hidâyet denmekte.[6]
En büyük hidâyet, lütuf ve yardım ise; aradaki bütün perdelerin kaldırılması ile hakkı hak olarak, batılı da batıl olarak göstermektir.[7]
“Allah’ım bize, hakkı hak olarak göster ve ona uymayı nasip et; batılı da batıl olarak göster ve ondan da sakınmayı nasip et, amin.”
Mehmet Çetin
14.12.2010-Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir
[1] İşaratü’l-İ’caz, sh.44
[2] Elhamdülillah kelimesinde gizli bir na’büdü var. Kısaca; ‘Hamd, Allaha’a mahsusdur’ derken ‘benim Allah’ıma’ değil, ‘âlemlerin Allah’ına mahsusudur’ ifadesi ile çoğul manâsı saklı olarak kullanıyoruz. Buradan da bu sûreyi ve âyetleri okuyan kul, kâinata halife olarak bütün masivâyı hamdli tesbihinde cem’edip, ihdinâ taleb eder. Sadece kendi adına değil, mahlukatı da içine alarak “biz”li dua eder.
[3] Hidayet, lügatte lütuf ile yol göstermek, rehberlik yapmak demektir. Hidayet aynı zamanda hakkı hak bilmek ve ona tabi olmak, batılı da batıl bilip ondan içtinap etmek demektir. Kur’an’da yüzden fazla ayette hidayet ve hidayet ile ilgili mefhumlar ve kelimeler zikredilmektedir.
[4] Mefatihü’l-Gayb Tefsir-i Kebir, Fahreddin Razi, C.1, Sh. 358
[5] İşaratü’l-İ’caz, sh.44, Beyzavi (Köprü s.91 sh.63)
[6] Hak Dini Kur’an Dili Tefsir, Elmalılı M.Hamdi Yazır, c.1, sh.174
[7] İşaratü’l-İ’caz, sh.44