Na’büdü Mütâlaaları-3
Bu daire mükemmel ve muazzam bir manâ arzeder. Bu manâ ise cemaat şuuru ve cemaat olma hâli ile idrak edilir.
Üstad, “namazdaki cemaatin azîm sırrını ve büyük menfaatini” tahkike evvelen bulunduğu Bayezit camiinden başlar. Cemaatin her birini, birbirine bir nevi şefaatci olması makamında görür. Âdeta kıraatle izhar edilen hükümlere[1] ve davalara birer şahit ve birer müeyyit görür. Ferdi olarak yapılan eksik ubudiyetini, cemaatin büyük ve kesretli ibadeti içinde külliyet kesbedip dergah-ı İlâhiyeye takdime cesaretinin geldiğini ifade eder.
İstiâne ve istiâze duasının ardından “ihdina” duası ile cemaatin hepsinin de “ihdina” ile iştirak edip, tasdik ettiklerini görürken aynı zamanda bir başka perdenin açıldığını keşfeder.
Açılan perdede İstanbul’un bütün mescidlerini ittisal ettirir.[2] Hayalen yanyana, bir arada tasavvur edilen cemaat ve mescidleri ile cem’an bütün İstanbul bir büyük mescid olarak tahayyül eder.
Böylece büyüyen ve kalabalıklaşan bu büyük şehir mescidinin kesretli cemaati; birbirine hem şefaatci, duacı ve hem de davasının tasdikcisi olduğunu tesbit eder. Bu cemaate dahil olmaya, dolayısıyla insanı şöyle bir menfaatin beklediğine işaret eder:
“Âlem-i İslam, büyük bir mescid suretini aldı. Mekke, Kabe mihrab hükmüne geçti. Bütün namaz kılan Müslümanların safları, dairevi bir tarzda[3] o kudsi mihraba teveccüh ederek, benim gibi “iyyake na’büdü ve iyyake nestaîn” deyip, herbiri umum namına hem dua, hem tasdik eder, hem onları kendine şefaatçi yapar. Hem, “Bu kadar azim bir cemaatin yolu, davası yanlış olamaz ve duası reddedilmez; şeytani vesveseleri tard eder” diye düşünürken ve namazda cemaatin büyük menfaatlerini bilmüşahede tasdik…”[4] ile
ve tahiyyatta okunan aynı zamanda imanın tercümanı olan kelime-i şehadeti, mübarek Hacer-ül Esved’e tevdi ederken bir perdenin daha açıldığını ifade eder.
“Rûy-i zeminde mü’minler ve muvahhidindeki cemaat-i uzma.”[5] da dahil olan kalbi uyanık insanın tefekkür ufkunu ilerilere nakleder. Bu ufka bütün zamanlardaki halkaların da dahil olması ile sınır tanımayan bir cemaat-ı uzmaya dahil olma hakikatı ortaya çıkıyor. Burada, şu an bulunduğumuz yerde vaktinde namaza durmakla, arz üzeride bize isabet eden halkaya dahil oluyoruz.[6] Bu halkada kimler ve hangi kardeşlerimiz var? Hangi devletten, hangi milletten ve hangi yaşlarda? Yaşları, elbiseleri, meslekleri, farklı ama kulluk noktasında aynı halkada saf tutmanın verdiği uhuvvet, tesanüd ancak bu mana ile hâlen, hissen yaşanır. İmanla yaşanan bu hissiyata sahip olan insanlardan teşekkül eden cemiyetin içtimaî sıkıntıları da inşaallah gittikce azalır.
Bu halkaya dahil olmak azmi ile gününü namaz vakitlerine ayarlayan mü’min ve muvahhid; intizam ile hasıl olan berekete de nail olur inşaallah.
Bir düşünsenize; sabah namazı vaktinde kâinat çapındaki muazzam inkılâba, arzda muvahhidin halka halka saf tutmuş, sırayla istiâne, istiâze yapıp, ihdina ile sırat-ı müstakim için birbirlerinin destek ve tasdikcisi olarak dua ediyorlar…
Bu muazzam manâlar bizi, zamanında ve cemaatle kılınan namazda beklemekte.
Hadise sadece bununla da kalmıyor. Bu halkaya dahil olanlar sadece biz değiliz. Çünkü bu “iyyake”[7] dairesine dahil olanlar çok ziyadedir.
Bu makamda “iyyake”nin tekrarındaki[8] hikmetin taharrisi bizi şu ufuklara idhal ediyor.
Evvelen hitabetteki ve bulunan huzurdaki lezzeti “Ancak Sana” ifadesi ile arttırabiliriz. Zira muhatap, Rabbimizdir. Sevdiğimizle sohbet, beraber olma huzuru ve bunların devamı, alınan lezzetle kâimdir.
“Ayan makamının bürhan makamından daha yüksek olduğu”[9] hakikatı muazzam, tarifi mümkün olmayan sadece yaşanabilen bir hâldir. Esbab dünyasından tecerrüdle, açık bir şekilde, ortada, huzurda yani Rabbin huzurundasınız. O’nun (cc) huzurundasınız.
Bu makam öylesine yüksek ki, kıymetini anlatmaya, delil getirmeye ihtiyaç kalmayacak kadar yüksek bir makamdır.
Bürhanın ihtiyaç hissedilmediği bir yüksek makamda olma hususu, vaktinde kılınarak, yani halkaya dahil olarak, yapılan umum dualara cem’an “amin”lerle iştirak ederek ve destek olarak bu mana ve makam ancak mümkün olur.[10]
Bu öyle bir huzur ki artık orada tamamen sıdk var, kesinlikle kizb yok. Kalbi gözünü, gözü kalbini tekzib etmez. Görünen, yaşanılan, hissedilen doğrunun, hakkın ve hakikatın kendisidir. Eşyanın hakikatının üzerine çıkılan bir makamdadır artık.
Mi’rac-ı Muhammedî (asm) ile ikram edilen ve açık bırakılan bu kapı musallîleri beklemekte.
Bu dördüncü ufuk ise ihlasa davet eder. “iyyake” ile ibadet ve istiânenin[11] ayrı oluğunu ve herbirisinin müstakil olduğunu idrak etmemize işaret eder. Yani ibadeti, istiâne için değil, sadece rızay-ı İlahi için yapmamızı ihtar eder. “Amelinizde rıza-yı İlâhî olmalı” düsturu unutulmamalı ve kesinlikle ibadetimizin olmazsa olmazı olmalı.
Evet ubudiyet hizmetimizdir, Rabbimizin ihsanı ise ücretidir. Yapılan ihlâslı ibadet; kulu, esbabdan ve esbaba prestişten kurtarır. Kâinatta vazedilen esbaba teşebbüs, hikmetin iktizasıdır. Rabbi, tazim etmek kulun vazifesidir.
Na’büdü mütalâasının ehl-i tevhid ve secde ehli olan tâife ile yapılan seyâhattedeki kısaca tesbitler, keşifler bununla kalmıyor.
Mehmet Çetin
26.10.2010-Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir
[1] Yani mesela mütalâa ettiğimiz mevzu olan “Sana kulluk ederiz” hükmü ile “Senden yardım isteriz” hükmü. Ayrıca, bu kıraatle izhar edilen hükümlere şahitlik mevzusu diğer kıraat ettiğimiz ayetlere de teşmil edilebilmeli. Yani mesela cemaat namazlarında kıraat edilen diğer ayetlerin ve muhtevasındaki hükümlerinin okunması ile her cemaat birbirinin ikrar ettiği hükümlerini izhar edip birbirine şahit oluyorlar. Bu cemaat manası ise zerrat-ı vücud, ehl-i tevhid ve kainat taifesi cemaatı şümûlünde azim bir keyfiyet arzeder. İşte böylece cemaatle kılanan her namazın manâsının azameti keyfiyeti uzaktan uzağa hissedilebilinir…
[2] İttisal, manâ dolu bir kelime ve bununla açılan menfez ise tefekkür tüneli. Yer yüzünü yana yana gelerek ittisal eden çiçeklerle ihata edildiği manzarayı hayal edelim. Kâbe’nin hemen ilk halkasından başlayan ve bütün dünyayı halka halkaların ittisali ile hasıl olan halkalardan müteşekkil manayı tasavvur edelim. Ve Semada hayalen bir noktada bu yüce manâyı tefekkür ile ekber bir azamet-i İlahiyeyi tekbir ile muazzam manâları, hâlleri yaşamış oluruz.
[3] Burada bir üst dipnotta da ifade ettiğimiz gibi hayâlen kendimizi semada bir noktada kabul edip, seyredelim. Kabe’yi iftitah noktası olarak alıp etrafında halka halka ve gittikce bütün dünyayı ihata eden halkalar halinde düşünelim. Bu öylesine bir hal ki vakti girdiğinde secdeye giden o halka cemaati sırayla rüku ve sücûda gidiyorlar. Bu manzara karşısında olan insan, namazı vaktinde kılmakla bu büyük halkaya dahil olduğu şuur ve faziletine nail olduğunu hiç ama hiçbir zaman unutmamalı. Kadıköy Vapurunu kaçırmamalı. Hiçbir zaman vaktinde eda edilenle kazanın bir olamadığını insan böylece daha iyi anlıyor.
[4] Şualar, B.Said Nursi, sh. 957
[5] Mektubat, B.Said Nursi, sh. 668, Mesnevî-i Nûriye sh. 116
[6] Günlerce hazırlanan domino taşlarının ufak bir hareketle, sırayla muaazam bir görüntü vererek hareket ettiğini görürüz. Aynen onun gibi Kâbe mihrak merkezli müsalli halkaları kalb gözüyle görmeye çalışalım. Domino taşları yediği darbenin aksi istkametinde hareket eder. Buradaki musalliler karşılarındaki merkezden aldıkları tekbir işareti ile ters istikamete değil merkeze müteveccihen aynı istikamete hep beraber rükû ve secdeye varırlar. Bu halkalar her an arzın üzerinde halka halka yayılır. Namaz vaktinin girdiği her halka rükûya gider, secdeye varır vaziyeti ve bunun ardından bir sonraki halka ve yayılan halkaların ittisal vaziyeti ile bütün arz rükû ve secde halinde görülür. Bu halkaya, kainat ve masivadaki mevcudatın da dahil edilerek tasavvuru ile azamet-i İlahiye’nin, saltanat-ı Rabbaniyenin ceberut-u mutlakının aynelyakîn müşahadesi mümkündür.
[7] Her mevcud lisan-ı haliyle bismillah diyerek bilmanâ iyyake na’büdü hakikatı ile tevafuk edip halkaya dahil olurlar.
[8] ‘İyyake na’büdü’ ve ‘iyyake nestaîn’ deki ‘iyyake’ ler.
[9] İşaratü’l-İ’caz, B.Said Nursi, sh. 43
[10] Ayan makamı, şuhudî bir mana arzeder. Bu şuhud ile aynelyakîn derecesinde Rabbimiz ile muhatab olmak mümkündür. Fatihânın başındaki ifade edilen manalar gaybî manalardı, şuhud edemediğimiz manalardı. İşte, iyyakeler ile gaybîlik şuhudî bir makama inkılab etti. İlmelyakîn ise aynelyakîn hâlini aldı. Kul, artık huzur-u İlahîdedir…
[11] Ancak sana ile ibadetin ve yardım istemenin ayrı olduğuna işaret eder.