Dil, kelimeleri telaffuz etmesi ile kalbe, ruha ve akla tam bir tercüman ve santral olmakta.[1] O halde dile sitem etmeye hakkımız yok. Mesuliyet, mananın ifadesinde tercih edilen kelimeyi telaffuz etmesini gönderendedir. Evet, isabetli kelimeyi ifade etmesi için, dile veremeyen kalbe, ruha ve akla yardımcı olma adına bir şeyler yapılmalı. Yapılmalı ki yıllardır süregelen dile serzeniş ve şikâyet, aza inmeli.
Askere talimatı veren komutan yaptığı eksiklik ve kusurları da tashih ederek isabetliliği takviye etmekle, tahkim etmekle muvazzaftır.
Emir komuta kalb, ruh ve akılda olduğuna göre bu üçlünün beslenmesine dikkat etmek gerekir. Sıhhat, beslenmeden geçtiğine göre bu üçlünün hem maddi ve hem de manevî gıdalarına dikkat gerekir.
Terakki, takviye ile olur. Takviyenin temelinde irade ve bilgi beraberliği vardır ve olmalıdır. İrade kullanılarak, lüzumlu bilgi toplanılarak temel yükseltilir. Yapı taşı bilgi ise bunun da bir kaynağı olmalı.
Aklımın erdiği ilk yıllarımdan itibaren hürmet ve rahmetle andığım babamı çok akıllı insan olarak bilirim. Devamlı düşünür ve okurdu. Çevresindeki insanlara âdeta akıl dağıtırdı. Bir münasibine getirip sordum: Aklın ekmeği nedir? Ne ile besleniyor? Cevap gayet basit ama bir o kadar da doğru idi: Okumak ile dedi.
Kalkınmanın temelindeki yapı taşı olan bilginin beslenme kaynağı, okumaktır. Bilen konuşur. Her konuşan da bilmeli ve bilerek konuşmalı. Bilmeden konuşan bir noktada tükenecek, dönüp okuma ile eksiğini tamamlayacak.
Okumak ile beraberinde gelen müşahede; tefekküre sevk eder. Tefekkürün kemali, dile göndereceği kelimelerin isabetini sağlar. O zaman dil tercümanlık vazifesini heyecanla ve zevkle yapar. Kullanılan kelime; sahibinin eseridir, makamını gösterir. İnsan kullandığı kelimelerle kıymet alır, bir değer ifade eder.
Kalbin, ruhun ve aklın zengin ve enginliği okumakla mümkündür. Eşyadaki sır ve hikmet, aklın; muhabbet ve cezbe, kalbin; rububiyet ve ulûhiyet ise ruhun, maşukudur, olmazsa olmazıdır.
Hakikatin farkına varılması ve tespiti aklın idraki ile; kalbin masivadaki ihtizaz ve titreşimlerden hasıl olan muhabbet ve cezbeye kapılması ile; mahlukatın mükemmelen terbiye ve idare edilmesi ise ruhu, cüz’iden külliye, parçadan bütüne yani kemâlata yükselmesi ile mana kemalini bulur.
Eşyadaki tespit ettiği sırları, vakıf olduğu manaları kalb, rahatla dile telaffuz ve ilan etmesi için gönderecektir. Âlemdeki cezbe ile bütün zerratın raksa kalkmasını seyreden ruh, hissiyatını terennüm etmesi için dile yalvaracaktır. Yaratılan her şeyin tesbihini, terbiyesini, sevk ve idaresini yaşayan ruh, tekbir manasını ifade ve ilan için dile ricalarda bulunacaktır.
Bu manaların kazanılması ile dil; rahatla ruh, kalb ve akla tercümanlık hizmetini yapar.
Bütün hakikatler Allah’ın, Hak isminden gelmektedir. İnsanlık tarihi boyunca Hakk’a ulaşamayan felsefe, beşeriyetin vebalini almıştır. Susamış insanı kaynağa götürmeden derede bırakanın veya oyalayanın mesuliyeti elbette olmalıdır.
Evet dil; hikmeti araştıran akla; cezbeyi ve muhabbeti gören kalbe; tesbihatı yaşayan ruha tercümanlık yaparak Hak isminin sahibi olan Allah’a bir manada tercümanlık yapacak…
Ve bu âlemin manası böylece tahakkuk edecek…
Mehmet Çetin
07.08.2011-Doğanbey-Beyşehir-Konya
[1] Şualar, B. Said Nursi, sh. 1003