Çocukluğumuzun arifeleri
Bambaşkaydı, diye girmek istiyorum hatıramıza. O günlerin heyecanları hakikaten çok farklıydı. Geriye dönüp, hayalen o anılarımızda dolaşınca şunlar öne çıkıyor.
Bir gün öncesi büyüklerimizden işitirdik, yarının arife günü olduğunu. Zira, o günkü tuttuğumuz tekne orucu da olsa iftardaki mükâfatı daha başka oluyordu.
Unutmadan tekne orucunu kısaca nakledelim ki şimdiki nesle bilgi vermemiz tam olsun.
Eskiden mutfakta bulunan kocaman ekmek teknelerinin ardına, oruç tutan ama acıkan çocukların saklanarak orada kaçamak ekmek yiyerek tuttukları oruca atfen tekne orucu denir. Buna göz yumarak çocukların oruca alıştırılması yapılır. Kimi zaman yarım gün tutulan oruca da tekne orucu denilir.[1] Tıpkı büyükler gibi sahura kalkılır, niyet edilir, yemek ve su içmemeye dikkat edilir ve hatta kötü söz söylendiğinde orucun zarar göreceğinden bahsedilir. Elbette bunlar evlâd, tam orucu tutuncaya kadardır.
İftardaki mükâfat daha başka oluyor demiştik. Çocukluk bu ya, iftar anında ezanla beraber babamızın elini öperek orucu açarız, o da elini yeleğinin cebine atar, iki parmağı arasına sıkıştırdığı ortası delikli paradan verirdi, bizde çok sevinirdik, yarın onunla sormuk şekeri alacağız diye.
Sormuk şekerini sormanıza izin vermeyeceğim, çünkü arife hatıralarını anlattığımızı hatırlatayım da…
Sahura kalktığımızda davulun sesi uzaktan gelmeye başladığında hemen pencerenin kenarından azıcık aralar davulcuyu kestirmeye çalışırdık.
Yemek esnasında büyüklerin bize gösterdikleri şefkat ve sevgi, inanın yemekten daha tatlıydı, tıpkı iftardaki yaptıkları gibi. Yemeğin etlerinden bize uzatırlardı, hele kuru fasulyenin içindekini hiç sormayın.
Gündüz vakti, sahurdaki hatıralarımızı, arkadaşlarımıza kasala kasala anlatırdık ve ardından da “Aslanım! Ben bugün orucum, haberin olsun ha.”, diye ikaz da ederdik, bir ayrı havadan. O da bizden az değil helbette, “No’lmuş yani, ben de orucum, hemide seniki katlak.”, diye cevabı yapıştırırdı.
Arife günü, evlerdeki bayrama hazırlık telâşelerinde biz de kısmen vazife alırdık ama çok nazlı idik, hani orucuz ya ellam!
Okulda, her ne kadar oruç zamanına denk gelse de teneffüslerdeki koşmayı, fazlaca ihmal etmez yine de okulun etrafını turlardık, biraz da hava atardık, ‘bak oruçluyken bile koşabiliyorum’, diye.
Bayramlıkların alınması, nedense hep arifeye ertelenirdi. İşlerinin çokluğuna mı yorsam, paranın yokluğuna mı, bilemedim. Gündüzün arkadaşlarımıza bayramlıklardan bahsederiz, onlara göstermek için de anamızdan izin alarak gösterirdik. Babasının hâli vakti yerinde olmadığı için alamayan arkadaşlarımıza da üzülmesinler diye pek bahis açmazdık. Bu hassasiyete çocuk yaşta sahip olamazdık elbette, bu da ailelerimizin verdiği terbiye ile olmaktadır.
Arife günleri sevinçlerimizden birisi de uzaktaki yakınlarımızın gelmesidir. Baba ocağından uzakta olanlar, bayramlaşmak için yuvasına gelirler ve bayramı beraber geçirirlerdi. İşte bu mutluluklar ekseriyetle arife günlerinde başlardı.
Arife günü teşrik tekbirlerine başlanırdı. Arife günü sabah namazından bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar 23 vakit, her farzın ardından teşrik tekbiri getirmek, kadın erkek her Müslümana vaciptir, diye belletirlerdi.
Daha pek çok anılar var arife hatıralarının içinde ama hepsini burada saymayalım, bir kısmı da sizin hatıralarınızda kalsın.
Bayramda görüşmek üzere…
Mehmet Çetin
16.04.2023 Yeni Foça İzmir
[1] https://kurs.diyanet.gov.tr/dini-ve-milli-degerlerim/kavram-treni.html?harf=o