Bayram günleri hatıralarımın ilk karelerinde; değil gece, gündüzün bile girmeye korktuğum bir “sokak” vardır! “Dondurmacı Mahir Ustanın Sokağı idi”, o kâbus sokak. Sebebini söyleyeceğim ama lütfen gülmeyin, bayramdır, tebessümünüz yeterlidir, bayramlık niyetine. O sokakta çok köpek vardı da ondan giremezdim, bilmem anlatabildim mi?
Kale Mahallesinin çocukları ile Sarıkaya’nın çocukları, dağda savaşıyoruz. Elimizde yaylastikler, sapanlar ile. Bu ara zamane gençlere yaylastiğin ne olduğunu da anlatmayı unutmayın. Savaşın en kızgın anında bizim mahalle tam kazanırken bizden büyük bir Sarıkayalı, kocaman davar köpeğini üstümüze bir saldı ki, kaçan kaçana. Kaçmamız çok yavaş kaldı, hızla gelen köpeğin önünden. O korku ile kaçarken karnımdaki iç organların nasıl sallandığını anlatırken bile şu an diken diken olan tüylerimin şahadetiyle yeniden yaşadım sanki. İşte bendeki köpek korkusunun dibinde, o korkunç hadise var. Altmışımda bile o sokağa, rüyalarımda dahi giremiyorum, diyerek bayram hatıralarımıza dönelim.
Bayram namazını kılıp gelen babamızın elini öpme sırasındaki heyecan dolu hatıralar hepimizin müşterek hatırasıdır, değil mi?
Bayramlaşmaya gelen büyüklerin ellerini öperken; acaba kaç para verecek, sualleriyleriyle karışmış olan duygularımızı, ihlâs ve samimiyet testinden, çocuk olmamız kurtarıyor, bereket versin. Yoksa menfaat için yapılan saygı, takdirden uzaktır; tekdir ve tenfire yakındır.
Poşet yoktu o zamanlar ama naylon torbalarımız vardı. Onunla komşulardan başlamak üzere sözüm ona bayramlaşmaya giderdik, lâkin torbadakileri gören de şeker toplamaya gittiğimizi anlardı. Olsun, bu vesile ile öncesinden kapılarını çalmadığımız insanları görüyor, ellerini öpüyor ve kendimize göre sosyalleşiyorduk, böylece.
Şimdikilerin, fuar, panayır, park, sahil vs. gibi şeylerimizin olmamasına hiç aldırmıyor ve alınmıyorduk, zira bize bisikletçi topal Yaşar’ın kiralık bisikletleri yeterliydi.
Mahalle bakkalımızın cıtır pıtırları, mantarları, füzeleri daha neleri neleri bizim o paralarımızla buluşarak, bakkala bayram harçlığı veriyorduk, dolayısıyla.
Uzaktan gelen akrabalarımızın emsal çocuklarına kasala kasala Koçhisar’ın sokaklarını tanıtıyor, kendimize göre kültürel ve folklorik hizmette bulunuyorduk.
Kış aylarının bayramları, bana, daha farklı geliyordu. Yaz aylarındaki insan kalabalığın daha az olmasını buna bir sebep sayılmalı mı? Yağan karın altından toprağın açılıp akacak kan için çukurun hazırlanması, müsait olanlar için bir gün öncesinden yapılırdı. Diğerleri ise bayram namazı ardından ağabeylerimiz o hazırlıkları yapardı.
Diğer zamanlardan farklı duyguları, bayram namazı sonrasındaki kabir ziyaretleri esnasında yaşadığımı da yazı bitmeden eklemeliyim. Bir garip oluyordu içim. Hüzünle doluyor, derin düşüncelerle ayrılıyordum oradan, ama bir şeylerimin orada kaldığını da unutamıyorum.
İşte dostlar, dünya hayatı böyledir. Dengeli götürmek elzemdir. Her şeyi yeri ve makamı kadar değer verip, gayret gerekir. Maydanoza çeyrek altın ücreti verilmediği gibi.
Biliyorum, hatıraların sonunu mutlu bitirmek gerekir idi, diyeceksiniz, haklısınız. Lâkin bu yaşımda bu duyguları el an yaşayarak değil de ancak anarak yaşıyorsam, bunun neresine sevineyim? Yaşlılık mı? Çocukluğumuzdaki ihtiyarlarımız bile bayramı hakkıyla yaşıyorlardı. Tatil için sahillere giderek dedelerinin ziyaretine gelmeyen şimdiki torunlar onların değil, bizlerin idi, bizim!
Yine de hayırlı bayramlar…
Mehmet Çetin
11.06.2018 Yeni Foça İzmir
One comment