Doğmak elimizde olmadığı gibi ölmek de elimizde değil. Ama erken ölüm olmadığı müddetce her halükârda ihtiyarlamak mukadder.
Allah sağlık, sıhhat versin. Şu son senelerde kendimi cidden yaşlanmış hissediyorum. Henüz elli küsur yaşında bir insanın yaşlılar değilde orta yaşlılar grubundan olması gerekirken ben kendimi orta yaş grubuna kırk yaşlarımda dahil etmiştim. Artık bu yaşımda da ihtiyarlar sınıfına koyuyorum. Elbette bunlar temenni, elimizde olan bir şey yok.
Hakikaten son yıllarımı yaşlanmış hissediyorum. Bunu pekçok noktadan hissediyorum. Hayata bakışım eskisi kadar arzulu değil. Artık gitmeye, göç etmeye meylim var. İşimi toplamam, meskenimi toplamam lazım. Yarına hazırlık olma noktasından bitirdiğim her işimi artık bu da son işim olur düşüncesindeyim. Hani, okuldan, askerlikten ilişik kesilirken son işler, son imzalar atıldıkca insan, nasıl rahatlarsa, öylesine bir rahatlama hissediyorum. “Buradan başka bir yere göçeceksiniz!.” ikazını hatırlıyorum. Resmi, gayrı resmi işleri yaparken, her bitirdiğim iş artık oradaki son işimmiş gibi oluyor.
Mekan değiştirmekten adeta yoruldum. Artık dünyada bir daha oynamak istemediğim bir meskene oturmalıyım. Hatta değiştirmeyeceğim bir odada oturayım. Eski eşyam, kalemim yenisinden daha sevimli…
Eşime, şefkatli bakışlarım, şehvetli bakışlarımı bastırıyor artık. Arzum yavaşladı. Yemek içmek bile eskisi kadar doyasıya, zevkle değil. Bazan o hal oluyor ki bütün bunları sadece bu hayatın lâzımı görüyorum. Dolayısıyla bu sahneyi oynamak yeterlidir, alacağımı aldım, tadacağımı taddım;-Allah’ım sana güç varmasın ama- artık asıl evimize gidelim, dünyaya yeter diyesim geliyor, korkarak, sessizce seslenmek istiyorum.
Gençliğin gitmesi ile beni bekleyen ihtiyarlığa merhaba derken, getirdiği vaziyet dikkatimi çekti. Artık daha sakin ve sükunetli bir halim var. Bunlar taşkınlık yapmama ve dolayısıyla hatalarıma mani idi.
Önceki hayatımda görmek istediğim ama şimdilerde görmeye başladığım hürmet, yardım ve şefkatli muameleler cidden hoşuma gitmeye başladı. Bunları ise ihtiyarlığın getirdiği güzellikler olarak görmeye başladım.
Ecdadımın yaptığı nasihatları şimdi daha iyi anlıyorum. Demek bu yaştakilerin duası ile sel gibi gelen belaların def’edilmesi noktasındaki hakikat, gerçekten pek manidarmış.
Dostlarımın vefatlarıyla göçmesi, beni garibliğe sevkederken, gittikce artan yalnızlığımla himaye eden Allah’a sığınma ihtiyacını daha ziyade hissediyorum artık.
Bütün bunlar bana intibah vermeye başladı. Yeniden farkında olduğum en büyük hakikatım ise kendimi muazzam acz ve fakr içerisinde bulmam idi. Gençliğin hareket ve itimatı ile bildiğimi zannettiğim bu hususları hiç de iyi anlayamadığımı nihayet farkettim. Bu da ihtiyarlığımla gelen mazhariyetti. Bu mazhariyet “Hasbünallah” (Allah bize yeter) manasını tetkik etmemi netice verdi. Hakkından geldiğimi zannettiğim ve esasen gelemediğim hadsiz düşman ve ihtiyaçlarıma mukabil muazzam bir iltica kapısını buldum. Hasbünallah’daki “nun” ile (“biz” ile ) mevcudatla bir ve beraberce biz olup acz ve fakrımızla Rabbimizi İbrahimvâri (as) Allah’ı vekil eyledik. Dolayısıyla Fatihadaki “na’büdü”nün “nun”u ile “hasbüna”daki “nun”larımı cem edip, masiva ve mahlukat ile zikrimizi, ibadetimizi yapmaktayız.
Mutmain olmaya ve huzurla dolmaya arzularken artık huzur-u kalble herkesin korktuğu Azrail (as) ile sohbet edebilirim ve hatta seviyorum diyebilirim de…
Mehmet Çetin
12.04.2008.Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir