Bediüzzaman’ı; hayatının yeni bir inkılab devrinin arefe günlerinde, Yeni Said doğumu sancılarını ziyadesiyle çektiği merhalede Eski Said’in bilgi birikimleri tahrik ediyor.
Bu tahrik, âdeta istikbaldeki Risale-i Nur’un telifine mümbit bir zemin ve vesile oluyor. Bu ziyadesiyle sıkıntılı hadiseler sırasında devrin getirdiği şartlar ve vazifesinin sevki ve kendisine yapılan dâvet üzerine 7 Kasım 1922 tarihinde Ankara’ya gider.
Âdeti üzerine evvelâ müşahede ile tahkik eder, dinler ve vaziyeti anlar ki mecliste garplılaşma rüzgârının tesirinde kalan pek çok vekil, dinden ve namazdan uzaklaşmışlar, yeni cereyana kapılmışlar.
İstanbul’da en tehlikeli cephede İngilizlere karşı mücahede etmiş, yaptığı sözlü yazılı neşriyat ile onların bütün hîle ve plânlarını deşifre etmiş ama burada (Ankara’da) durum çok daha farklı, kurt gövdeyi oymuş bile.
9 Kasım 1922 günü Meclis’te hoş-âmedi (hoş geldin) ile karşılanır. Lâkin ümit ettiği muhiti bulamaz. Yeni kurulan devletin sistemine yerleştirilmeye çalışılan dine karşı lâkaytlık, en ön saftaki şuurlu ve fedaî bilinen mebusları namazdan soğutursa arkasındaki halka ne yapmaz?
İbadete bilhassa namaza devam üzerine 23 Kasım 1922 tarihli mektubu Mustafa Kemal Paşa ve bazı erkâna gönderir. 25 Kasım 1922 tarihinde Meclis Riyâset Dîvanında şiddetli tartışırlar. Gönderdiği mektubu, az farklı olarak tanzim ettiği beyannâmeyi19 Ocak 1923 tarihinde dağıtır.
Tartışmanın merkezinde, kurulacak devletin temelinin atılmasında, ana yapıya uymayan plânın uygulanması söz konusudur. Bediüzzaman’ın ise Ankara’ya geldiğinde yaptığı tesbit sonrası ilk işi, o binanın temellerini sağlam bir zemine oturtmak için meclisteki zevat ile yaptığı görüşmelerde şeair-i İslâmiyeyi esas almanın ehemmiyetini anlatır.
Yapılan hizmette ihlâs, ruh olmazsa başka gayeler yerini alır, menfaatler takip edilir. Pek çok menfaatin motoru olan şan şöhret; her ne kadar ehl-i ahiret için tehlikeli olmakla beraber ehl-i dünya için dahi sıkıntılı ama insanın da en zayıf damarıdır. Lâkin bu alçak dünya şan ve şerefiyle öyle bir meta değil ki asıl gaye olsun. Dolayısıyla İslâmî bir zemini olan bu memlekette, Batının kötü medeniyetinden gelen dinde lâubaliyâne cereyan, inkılab ve hareketlerle müsbet bir iş görülmez, zaten bizim yapımız da ona muhtaç değildir. O halde büyük inkılâbın temel taşları sağlam olmalı. Meclis, o şanlı mazinin, bütün manasını deruhte edecek yapıda olmalı ve temsil etmeli. Milletin dinî ihtiyaçlarını, dine sahip çıkmış meclis karşılamalıdır. Zaman, şahıs zamanı değil, cemaat ve şahs-ı manevî zamanıdır. Suiistimale de müsait içtihad kapısı açık ama bu zamanda altı mani vardır. Düşmanlar; İslâmî âdet ve örfü tahrip ederken, asıl vazife o an’aneyi, İslâmî şeairi ihya etmek olmalıdır. Şeaire ehemmiyet vermemek, millî duygunun zayıflığını netice verir.
Bediüzzaman’ın bu meallerdeki ifadeleri mebuslar nezdinde yeterli karşılık bulamaz. Neşriyat yolu ile de tebliğini yapar. Tabiat Risalesi’nin ilk şekli gibi olan, 1922’de Zeylü’z-Zeyl’i telif edip Yeni Gün Matbaasında bastırır. 1923’de Hubab’ı (Habâb) Arapça te’lif edip, Mustafa Kemal’in muhalifi ve suikasta kurban giden Ali Şükrü’nün matbaasında basarak neşreder, sonra 1950’li yıllarında tercüme eder. Cemiyette bozulmaya yüz tutan imanı, Zeylü’z-Zeyl ile ve ibadeti hassaten namazı da Hubab’daki “İ’lem”li ( Bil ki!) ikazları ile yaklaşan inançsızlık tehlikesine karşı ehl-i imanı uyarır.
Şimdi, hem bu iki eser ve hem o hutbenin; aynı zemin ve zamanın mahsulü olup, yaşanan muazzam duygu, heyecan ve düşüncenin, kalbden kaleme geçen ibretamiz bütünlük arz ettiği ortadadır. Her üçünün arka plânına bakıldığında Kur’ânî esasların tahkimatı anlaşılır. Bu iş ve vazife de asrın vekilinin işi olsa gerektir.
Evet, bu üç eser; enfüsî ve afakî âlemde Kur’ân’dan sapma probleminin çözümüne yönelik birleştirerek, bütünleştirerek esasa bağlayan, sağlıklı istikamet veren üç öğün/ya da her gün uygulanması gereken bir reçetedir.
Mehmet Çetin
01.10.2019 Yeni Foça İzmir
Not: Bu makalede emekleri geçen Bilâl Tunç, Abdülbaki Çimiç, Prof. Dr. Âdem Ölmez, Hasan Hüseyin Çeşitçioğlu, İsmail Tezer ve diğer dostlara teşekkür ederiz.
Rafet Kalyoncu’nun yorumu
Teşekkür ederim
Müsaadenizle bir noktayı arz etmek isterim:
Bediüzzaman’ın o hitabesi mükemmeldir fakat sanırım o hitabede içtihat meselesi yoktur.
Diğer taraftan, o devirde yeni içtihatlar yapılması, dinde reform için kullanılabilir endişesi ile mahsurlu görülmüş olabilir ama bu zamanda birçok meselede içtihada ihtiyaç vardır:
Kasko-sigorta-emeklilik-enflasyon farkı ile bazı miras bahisleri ve çözüm bekleyen daha pek çok mesele.. ehil heyetlerce ele alınıp halledilmelidir.
Bediüzzaman’ın o endişesini o günün menfi şartlarında değerlendirmek lâzım..
Selâm ve muhabbetle