Kubbedeki taşlar, mimarın sanatına verilmezse
Âlemdeki her şeyi okumak, tefekkür etmek, müşahede ve gözlemlemek iki bakış açısı ile yapılır. Biri mana-i ismi denilen zaviye ile olan biteni, olana, varlığa ya da sebebe bağlayarak izah getirilir. Mana-i harfî yoluyla bakıldığında ise olan biten her şeyde tecelli eden sanatın sanatkâra, ilmin âlime, vuku bulanın da kudret sahibine işaret eder, denilir.
Bu mananın ifadesi Sözler’de şöyle geçer:
“Ayasofya kubbesindeki taşlar eğer mimarının emrine ve sanatına tâbi olmazlarsa, her bir taşı, Mimar Sinan gibi dülgerlik (marangozluk) sanatında bir mahareti ve sâir taşlara hem mahkûm, hem hâkim olmak, yani “Geliniz, düşmemek, sukut etmemek için baş başa vereceğiz” diye bir hüküm sahibi olması lâzımdır; öyle de, binler defa Ayasofya kubbesinden daha sanatlı, daha hayretli ve hikmetli olan masnuattaki (sanatlı varlıklardaki) zerreler, Kâinat Ustasının emrine tâbi olmazlarsa, her birine Sâni-i Kâinatın (kâinatın Sanatkârının) evsafı kadar evsaf-ı kemâl verilmesi lâzım gelir.”[1]
Kubbedeki taşlar mimarın sanatına verilmezse, ona irtibatlandırılmazsa, her bir taşa Mimar Sinan maharetini vermek gerekir. Kubbedeki taşların her birisi bir diğerine hem mahkûm hem de hâkim pozisyonundadır. İş bu hâli, o taşlara vermek, o taşları oraya yerleştiren ustanın ilim ve maharetini taşa vermek demektir.
Bu durum hayatın değişik safhalarında yaşanmaktadır.
Köye gelen çavuş, aldığı emir gereği halkı meydana toplayarak, onlara tebligatını yapar. İşte bu çavuş, tek başına köylüyü toplamaya elbette muktedir değildir, arkasındaki ordu ve devlet gücünden gelen nizam ve kanuna dayanarak halkı meydana toplar. Bu vaziyete dışarıdan bakan da anlar ki o çavuş, kendi gücüyle bu işi yapamaz.
Zaman zaman kırlangıçların havada sürü hâlinde hızla ama çok değişik şekiller alarak ve fakat kesinlikle çarpmadan, kargaşa çıkarmadan o muhteşem akrobatik uçuşlarını yapmayı kuşlara vermek için göz önünde cereyan eden mahareti kendilerine verilirse o zaman, ilimle beraber havaya, kondukları ağaca, rüzgâra vs. her şeye söz geçirebilecek kudret, bilecek ilim, anlık dönüşlerdeki muhteşem hareketleri nizamla yapmayı temin edecek yüksek aklı ondaki sezgisine, kuş aklına vermek demektir.
Allah, varlıklardaki mükemmel faaliyetin cereyanını, onlara hükmeden bir nizam ve kural ile icra ettiği anlaşılır. İnsan, bu nizam ve kuralı farklı tanımlayarak ya da isimlendirerek onlardaki icraatı yine onlara ya da mevhum bir isme bağlar, tabiat yapıyor gibi.
Niçin Ayasofya ya da niçin Mimar Sinan?
Yukarıda metinde yapılan benzetmede Ayasofya ile Mimar Sinan ismi geçer. Mükemmel sanata atıfta bulunmak üzere Ayasofya, muhteşem sanatkâra işaret etmek için Mimar Sinan ismi zikredilir.
Kubbedeki taşların statik dengesinin sağlanması, kuvvet ve yük paylaşımının akıllıca kullanımı, toplam yükün sıfır olacak şekilde düzenlenmesi ile o kubbe ayakta tutulur. Bunları bilecek, yapacak elbette bu işin ehli, ustası ve mimarı olacaktır.
İnsan eserlerinden en muhteşem olanlara temsilen Ayasofya, ustalara, mimarlara da temsilen Mimar Sinan’ın tercih edilerek metne dâhil edilmesi, yerinde olmuştur.[2]
Ayasofya, içindeki mimarî harikâlıkların keşfi ile ortada dururken, keşfedilemeyen mimarî sırlarıyla da meraklıları cezbeder. Ayasofya’daki bu muhteşem sanata hayran kalırken o sanatın sanatkârı anılmazsa, takdir edilmezse, o zaman rahmetli Mimar Sinan, kabrinde huzursuz olur, haksızlığa uğrar.
Mehmet Çetin
21.12.2023 Yeni Foça İzmir
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler (2016), s. 625 (30. Söz)
[2] Bu yazıya vesile olan dostum Ali Fuat Alatürk’e teşekkürler.