Sınırsız zannedilen sınırlar
İnsan; kaderle, tasarımı arasında yürürken bütün bunların Allah’ın ilmi dışında olduğu hatasına düşmemelidir. Yaptığı ya da yapacağı ilmî tasarımları, keşifleri her neyi bulacak ve yapacak ise hemen her şeyi, İlâhi takdirin şemsiyesi altındadır.
Sen neyi istersen veririm, sorumluluk sana ait olduğunu bil ama unutma ki haddini bilmen de aşman da yine benim takdirim altında, ilmim dâhilindedir, diye âdeta söyleyen İlâhi hitab, insana, sınırsızmış gibi zannedilen bir sınır çizmektedir.

Günümüzdeki ve hatta gelecekteki hızlı değişimler, daha farklı belki de daha mükemmel bir insana ulaşmayı netice verecek. Arızalanan organlara meselâ işitme cihazı, protez diz, ayak, el, implant diş gibi yapılan biyonik cihazların varlığı mevcud ama arızasız olan organları da daha ileri bir hâle taşıma potansiyelini taşıyacağı çok da uzak olmayan bir öngörüdür. Yapay zekâ, artık tartışılmıyor hemen her alanda kullanılıyor. Klonlanmış insanlar, tasarım bebekler gibi yapay vücudlar neyi gösterir, neye işaret eder? Öncesine beden/vücud derken yenisine “verili” bir yapı demek durumu çok dikkat çekici. Allah’ın “vehbî”si olan vücud, bugün “veri”li yapı ile vücud mertebesinin bir kademesini belki de tekvinî ayet olarak kaderin bir başka cephesini gösteriyor.
Ceninlerden elde edilen cilt yenileyici kremler, östrojen hormonu ile yaşlanmayı geciktirme ve plastik cerrahi, bedenin bu özelliğini de destekliyor. Artık o hâle geliyor ki biyonik olan beden; plastik, protez, yapay organlar, verili tasarımlar, gen teknolojisi ve mühendislik ürünü ile karşı karşı kalma mümkün olacak, sanki.
Peki bunları, Allah’ın takdiriyle oynamak, bozmak, müdahale etmek olarak algılamak hakikaten doğru bir kader anlayışı mı olur? Yoksa, daha ileri verili, tasarımlı yapılarla ortaya çıkan hemen her şeyi kuşatan bir ilm-i Ezel’î’nin, çağın imkânları vesilesiyle tecellisi olarak görmek, engin bir kader anlayışı, niçin doğru olmasın ki?
Alabildiği ilmî derinliği olan bir kader anlayışı olmalı ki, insan eliyle her ne zuhur ederse etsin, hepsini bilen bir ilm-i Ezelî’ye itikad etmek, daha doğru olmalıdır.
Sperm bankalarında bir rahim kiralanarak, istenilen özelliklere sahip aday belirlenip, yeni yeni sanki insan ötesi gibi bir varlık arayışında bulunan insanoğlu, sınırlarını aşma çabasındadır. Bunları, insanın yaratıcısı ile yarışmaya girmesi olarak algılamanın, kime ne faydası olabilir ki? İnsanın bu çabalarını “tanrılaşma” olarak algılamak da hakikatte bir mana ifade edebilir mi? Bu tesbit, isnad ya da söylemler o insanı durdurmayacak bile. İlmin önü tıkanmaz. Beşer, yaptığı bütün çalışmalarında irade ve tercihle yapmaktadır. Bunları hayırda kullanırsa lehine, şerde kullanırsa aleyhine netice vereceğini bilmelidir.

İnsan, daima mükemmelin peşindedir ki bu vaziyet, eşyanın yapısına pek uygundur zira âlemde tekâmül kanunu işlemektedir, insanda da. “Eşref-i mahlûkat” olan insanın, teknolojik transformasyonu ve sınırlılıkları aşma çabası bitmeyecek, durmayacak. Lâkin, insan ne yaparsa yapsın hiçbir hareketi, ilm-i İlâhi’nin dışında değildir.
Ve insan, tercihiyle kaderini çizer, akıbetini hazırlar.
Mehmet Çetin
19.08.2025 Yeni Foça İzmir

Halim Selim’in Yeni Asya’daki köşemize 13.09.2025 tarihinde yaptığı yorum
Yazar demiş “Bunları, insanın Yaratıcısı ile yarışmaya girmesi olarak algılamanın, kime ne faydası olabilir ki? İnsanın bu çabalarını “tanrılaşma” olarak algılamak da hakikatte bir mana ifade edebilir mi?” Cevap: Tabi ki böyle algılayanın faydasına olur. Yanlışa girmekten kurtulur. Teknolojiyle beraber hareket etse bile ahiretini yakmaz… Tanrılaşma olarak algılamak da bir mana ifade edebilir. Körü körüne karşı çıkılması mantıksız demek istemişsiniz. Herkes aynı değildir. Ama tanrılaşma iddiasında bulunabilecek bir kısım tiplerle beraber olmak da tehlikelidir. Bu tiplerin karşısında “Hz. Musa” gibi Allah tarafını seçmek insana çok şey kazandırır, çok fark ettirir.
Ne sadece inatla karşı olup yok saymak, ne de “zaten kaderin akışı” deyip gidişata uymak. Muhammed asm. gibi Hak yolunu tutmak.