Tefsirlerde sırat-ı müstakim mütalâalaları

Avatar photoPosted by

Na’büdü Mütalâaları-11

Fatihada Kur’anın dört esası mevcuttur. “Malik-i Yevmîd-Din”e kadar kısmı tevhid esasını ihtiva eder. “Malik-i yevmîd-din” ise haşir esasını ifade eder. “İhdinassırat-el Müstakim” e kadar olan kısmı ubudiyet ve adaleti anlatır. “Kendilerine nimet ihsan ettiklerinin  yoluna…” ayeti ve devamı ise nubüvvete işarettir.[1] Namazda günde onyedi sefer tekrarlanan Fatiha ile bu esasları da topyekün ifade edip, tefekkür ufkumuzu ötelerin ötesine taşımaya vesile olur inşaallah.

“Kendilerine ni’met verdiğin kimselerin yoluna; gazab edilmiş olanların ve dalâlete düşenlerin yoluna değil.” mealen bu son ayeti söylerken ben değil biz manasında yani ‘bizi dalâlet yoluna değil hidayet yoluna ilet’ anlamındaki biz çoğul eki ile söylemekteyiz.

Üstad, bu son ayetin tefsirinin ardından  “Risale-i Nurdaki bütün muvazenelerin menbaı ve esası ve üstadı bu ayettir”.[2] tesbiti ile ana menbaını dile getirir.

İşte kainatın halifesi olan insan; masiva namına kendi adına, “Hiçbir şey yoktur ki O’nu övüp, O’nu tesbih etmesin.” ilanında  na’büdünün nun’u ile duasına dahil edip, ‘ben’i ‘biz’ yapıp, “Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” ifadesi ile kamilen ubudiyetini ifa eder.

Ubudiyetin kemali istikametten geçer. İstikamet ise hidayet-i İlahiye iledir. Binaenaleyh Allah’a kulluk, Rabbimizin tarif ve Efendimizin (asm) ta’limi ile mümkündür. Bu ta’limi bizlere ise asırdan asıra intikal ettirenler asrın müceddid ve müfessirleridir.

Önceki müfessirlerden Fahredddin Razi’nin, Tefsir-i Kebir’inde sırat-ı müstakim mevzusundaki  şu notları dikkat çekici: “Şeytanın insana nüfuz edebildiği yollar, aslında üçtür. Bunlar şehvet, gazap ve hevadır.”[3]

Bediüzzaman Hazretleri  ise sınır konulmayan ve istikamet kazandırılması gereken kuvveler şeklinde vasıflandırarak “şehvet-gadap-akıl” duygularını tesbit eder.

Ayrıca yine Razi’ye göre “şehvet, hayvanî; gazap, parçalayıcı ve hevâ da, şeytanîdir.”

Üstad ise ““kuvve-i şeheviye-i behimiye, kuvve-i sebuiye-i gadabiye, kuvve-i akliye-i melekiye” şeklinde ifade edilen bu kuvvelerin tamlama sıfatlarında ise “behimiye, sebuiye, melekiye” kullanmış. Behimiye ile hayvan, sebuiye ile yırtıcı hayvan benzetmesi yani bu ikisi ile yırtıcı, yabanî, hayvancasına şeklindeki benzetmeleri dikkati çeker. Fıtratımızın resmi çizilir âdeta. Melekiye ile de tecrübe kasdediliyor diye anlaşılıyor.  Şehvet ve gadap noktasında hislerimizin tatmininde fıtrî olarak hayvandan farklı değiliz. Fark aklın kullanılmasında ve verilen emanet-i kübranın hameleliğindedir.

Sabır konusunda Bediüzzaman, üç sabrı; taate sabır, masiyete sabır, musibete sabır olarak tesbit ederken Fahreddin Razi ve ondan mülhemen Konyalı Mehmed Vehbi ise maasiyi terketmek ve vecibatı eda etmek şeklinde ifade ederler.[4]

Elmalılı Hamdi Yazır, sırat-ı müstakim ile gramer tahlillerinin ardından Kur’an’ı anlamak için kelime ve cümlelerin bütün inceliklerinin bilinmesini söyler. [5]

Hicazî’nin Furkan tefsiri, Kutub’un Fîzılâl’inde, Diyanet’in Kur’an Yolu’nda, Ali Arslan’ın tefsirinde malum izahlar var. Mealin dışına taşmayan tefsirler insana tefekkür ufkunu açmada fazlaca yardımcı olamamakta, sıradan tefsir durumunu aşamamaktadırlar. Ancak ayetin asra bakan, ziyadesiyle ihtiyaç hissedilen konulara tahşidat yapan muasır müfessirler buna farklı bakmaktadır.

Farklı müfessirlerin başında gelen Bediüzzaman Said Nursi, “tavr-ı esasiyi bozmadan ve rûh-u aslîyi rendice etmeden, yeni izah tarzlarıyla, zamanın fehmine uygun yeni iknâ usulleriyle ve yeni tevcihât ve tafsilât ile …” [6] Risale-i Nur Külliyatını  tefsir eder. İşte bizim ‘Na’büdü Mütalâaları’ ana başlıklı mütalâalarımız ise aldığımız dersin sizlerle paylaşımıdır.

Mesela 28.Lem’adaki  şu ifadeler dikkat çekicidir: “…âyet-i kerimenin zâhir mânâsı çok tefsirlerin beyanına göre yüksek i’câz-ı Kur’âniyeyi göstermediğinden, çok zaman zihnime ilişiyordu.”[7]ifadesi ile malum tefsirlerin izahını kafi göremiyor ve izah çaresini ararken, mülhemen, ikramen yazdırılıyor.

İşte Üstadın, malum ve meşhur tefsirlere rağmen yeni bir tefsir yapma ihtiyacını hissetmesinin altındaki sırrı şu ifadelerde okuyoruz: “..mühim bir zat bana âmirâne diyor ki: “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et.” Uyandım, anladım ki, bir büyük infilâk olacak. O infilâk ve inkılâptan sonra, Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur’ân’a hücum edilecek; i’câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i’câzın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.”[8]

Üstadın bu ifadelerinin hakkaniyetini,  malum ve meşhud tefsirler ile Külliyatın farkını Na’büdü mütalâaları çerçevesindeki araştırmalarımızda bizzat şahit olduk.

Fatiha muhtevalı son mütalâamızı Üstadın şu ikazını hatırlayarak  noktalayalım.

Namazda Fatiha ve teşehhüdü okurken ayetlerin manalarının tefekkür edilmesindeki dereceleri anlatır. Ancak terakki etmeyen kişi için bu manaları kasten aklına getirmeye uğraşmamasını, dolayısıyla namazın huzurunu bozacağını ama terakki etmiş birisi ise o manaların zaten kendisini göstereceğini ifade eder. Yalnız, buradaki kasten akla getirilmesi konusu kendisine tekraren sorulduğunda ise şu cevabı verir:

“Teşehhüt ve Fatiha kelimelerinin geniş ve yüksek manaları kastî değil, belki dolayısıyla meşguliyet ve huzura bir nevi gaflet veren tafsilâtı değil, belki mücmel ve kısa manaları gafleti dağıtır, ubudiyeti ve münacatı parlatır görüyorum;namazın ve Fatiha ve teşehhüdün pek yüksek kıymetlerini tam gösterir”. Fatihadaki manaların tefekkürü için kasten meşgul olarak namazdaki dikkati dağıtmamak için de şu ikazı yapar: “O manaların tafsilatıyla bizzat iştigal, bazen namazı unutturur, huzura belki dokunur. Yoksa, dolayısıyla bizzat iştigal ve muhtasar bir tarzda, büyük faydalarını hissediyorum.”[9]

Fatiha, sıralamaya göre ilk sure olmasının yanında, Kur’an’ın hülasası ve bütün sureler mana noktasından Fatihanın izahıdır. Tevrat ve İncil’de olmayan, emsali bulunmayan Fatiha için ne söylense azdır.

Fatihadaki na’büdü mütalâası burada sona ererken Rabbenalardaki na’büdüler bizi beklemekte. İnşaallah zaman zaman onları da mütalâala edeceğiz.

Mehmet Çetin

21.03.2011-Çiftehavuzlar-Çiğli-İzmir


[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, c.1, sh. 198

[2] Şualar, sh. 965

[3] Tefsir-i Kebir c.1 sh.372

[4] Hülâsat’ül Beyân, c.1, sh. 42

[5] Hak Dini Kur’an Dili Tefsiri,c.1, sh.176

[6] Tarihçe-i Hayat, sh.925

[7] Lem’alar, sh. 654

[8] Mektubat, sh.624

[9] Şualar, sh. 966

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir